Bir Şeyi Bulmak İçin Önce Kaybetmek Gerekir

Bir Şeyi Bulmak İçin Önce Kaybetmek Gerekir

Bir Şeyi Bulmak İçin Önce Kaybetmek Gerekir

Yine dostlarla konuşup buluşmaya karar verdik. Ne iyi yaptıkta yine buluştuk. Öyle ya yollar bizi bekler, bekletmek olmaz dedik, düştük yollara. Başkasını bilemem de ben kaç gündür bir heyecan bir telaş yerimde duramıyorum. Neden derseniz böyle bir günü dört gözle bekliyorum. Dostlarla birlikte maceradan maceraya atılmak ne keyifli olsa gerek. O yüzden fırsat bu fırsattır diyerek. Balıklama atlıyorum her etkinliğin ortasına.

Artık o kadar kendimi kaptırmışım ki varın siz düşünün.  Ne olacak nasıl olacak diye düşünmek bile aklımın ucundan geçmiyor. Bu maceramız da onlardan birisi işte.  Bu etkinlik fikri kimden çıktıysa çıkmış ne fark eder ki. Önemli olan dostlarla birlikte olmak hayatın tadını çıkarmak. Her ne kadar tadımızı kaçırmak isteyenler olursa da biz yine de hayatın tadını çıkarmaktan vazgeçmiyoruz her şeye rağmen.
Gittiğimiz yer hakkında çeşitli efsaneler dillerden dillere dolaşmış ve günümüze kadar gelmiş. Söylentilere göre hareket edecek olursak bazı kişilere göre buraya gelipte eli boş dönen olmamış.Kimilerine göre burası kimsenin bilmediği çeşitli gizemli ve gizli hazinelerin merkezi olarak görülürmüş. Hatta bu uğurda hazine bulma tutkusu yüzünden bütün servetini kaybedenler bile olmuş. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuş tabiri caizse.


Ne yalan söyleyeyim benimde gizemli hikâyeler oldum olası çok dikkatimi çeker. Hep merak ederim. O tarz filimleri izlemeyi severim. O tarz kitapları okumayı severim. Hatta o tarz hikâyeleri dinlemekte çok keyif verici gelir. Yeri gelmişken söyleyeyim bu hikayelerin bir kısmı gerçekten yaşanmış hatta yaşanmaya devam ediyor.Bizzat burda da önümüze çıktı.Hazine aramaya hâlâ devam ediyorlar.Bulup bulamayacakları belli değil ama yinede arıyorlar işte. Kimbilir bir şeyi bulmak için aramak gerekir diye düşünüyorum tâbii ki. Tabi bizim öyle şeylerle pek işimiz olmaz. Biz işin hikâye kısmıyla ilgileniyoruz.

Öyle böyle derken Altın Apa‘ya vardık dostlarla. Önce çay simit hafif atıştırmalık bir şeyler yedik. Daha sonra uzun, zorlu ve maceralı olan doğa yürüyüşümüzü yaptık. Ne macera ama. 
Gruplar halinde yürüyüş yaptık.Arada bir durduk.Dediğim gibi bazılarımız burayla ilgili hikâyeler anlattı.Zaman zaman meyve falan yedik.Arada bir köpeklerle ve kedilerle karşılaştık. Allah’tan vahşi hayvanlarla yolumuz kesişmedi. Yoksa halimiz dumandı. Yanımızda kendimizi koruyabilecek en ufak bir şey bile yoktu. Sazımız,sözümüz kalemimiz dışında onlarda bir işe yarar mı bu konuda tecrübe etmek istemem doğrusu.
Neyse sözün kısası öyle böyle yürüyüşümüzü tamamladık. Daha sonra çok yorulduğumuz, üşüdüğümüz ve acıktığımız için hemen meydan ateşi yaktık. İmece usulü herkes bir işin ucundan tuttu. Ben pek tutamadım. Neden derseniz onları gözlemlemek daha eğlenceli geldi. Yoksa bu hikayeleri nasıl yazabilirim. İtiraf etmem gerekirse bu hummalı çalışmadan biraz uzak durdum. Olaylara dışardan bakabilmek için. Hemde soğuktan elim ayağım tutmuyordu. Onların maşallahı var. Karınca kararınca herkes elinden geleni yapıyordu. Sazımız sözümüz de eksik değildi tabii ki her zaman ki gibi.


Daha sonra hepimiz yemeğimizi büyük bir iştahla yedik. Böyle bir ortamda yenilen yemeğin de tadına doyum olmuyor doğrusu. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor ne kadar yediğinin farkına bile varmıyor. Ne demişler temiz hava bol gıda ve dostlarla birlikte olmak gibisi yok. Her derde deva. Çayımızı ve kahvemizide her zaman ki gibi yine eksik etmedik tabii ki. Zaman ne çabuk geçiyor ne kadar çabuk akşam oldu.Farkına bile varmadık. Birden hava aniden soğudu ve karardı. Göz gözü görmez bir hâl aldı. Nasıl toplanacağımızı bilemedik.Apar topar arabalarımıza koştuk. Sohbet muhabbet derken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamadık.O yüzden alel acele toplanıp tekrar düştük yollara. Tam ben eve gideceğimizi umut ederken birde ne göreyim. Bir arkadaşın bağ evinde bulmayalım kendimizi. Bütün gün köpeklerle saklambaç oynayan bizi orda köpekler karşılamasın mı. Aman Allah’ım köpeklerin refaketinde arkadaşın evine geldik. Arkadaşın evi küçük sevimli bir yer. Oldukça sade zarif mütavazi bir o kadar da konforlu bir yer. Biraz nostaljik biraz otantik bir yer tam bize göre yani. Arayıp da bulamadığımız bir yer. Sohbet muhabbete kaldığımız yerden devam ettik. Şiirler, türküler okundu. Hepimizin yüreğine dokundu. Sobamızda gürül gürül yanan ateş ortama ayrı bir güzellik katıyordu. Dışarıdaki köpekler de zaman zaman müziğimize ayak uyduruyordu. Ortamda ilham perilerinin kanat sesleri ister istemez duyuluyordu. Buna kayıtsız kalmak mümkün görünmüyordu.
Daha sonra çay içtik. Meyve yedik.


Herkes evlerine dağıldılar.
Böylece her güzel şey gibi buda bitti.



Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ

Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şükran Pınarcan

Ben Şükran Pınarcan Konya'nın Doğanhisar kasabasında doğdum.İlkokulu orda bitirdim.Lise ve ortaokulu Konya'da bitirdim.Evliyim üç tane çocuğum var.Okumayı ve yazmayı yaşam biçimi haline getirdim.Yirmiye yakın antolojim var.