Bir Nazlı, Bir Papatya

Bir Nazlı, Bir Papatya

Bir Nazlı, Bir Papatya

Gülümsemesi uzun sürmedi Nazlı’nın ama içten bir şeydi. Dışarıdan bakıldığında hâlâ aynıydı: sessiz, sade, kendi halinde… Ama iç dünyasında yılların kirli yükü bir bir boşalıyordu.

Artık eski kalabalıkları aramıyordu. Telefonu sessizdeydi, bildirimler kapalı. Sosyal medyada herkesin her şeyi mükemmel yaşadığı o sahte dünyadan çekilmişti. Kendi gerçekliğine dönmüştü.

Sabahları pencereyi açıyor, temiz havayı içine çekiyor, kendine bir kahve koyuyordu. Artık kimse için değil, sadece kendi için. Ve günler geçtikçe fark etti ki, en çok kendine hasretmiş aslında. Başkalarına yetişmekten, kendi iç sesini duymamış yıllardır.

Bir defter aldı. Her sabah birkaç satır yazmaya başladı. Bazen bir teşekkür, bazen bir sitem… Ama en çok da kendine mektuplar. “Nazlı, bunu sen hak etmedin” diye başlayan cümleler… Ve sonunda hep aynı satıra varıyordu:

“Ama artık güçlüsün. Çünkü kendine döndün.”

Bir gün sokakta yürürken eski bir tanıdıkla karşılaştı. Göz göze geldiler. Karşısındaki biraz mahcup, biraz da umursamaz bir ifadeyle gülümsedi. Nazlı başını eğmedi, bakışlarını kaçırmadı. Eskiden olsa içten içe sarsılırdı. Ama şimdi sadece usulca yürüdü geçti. O an anladı ki, affetmek bazen bir kelime değil, sadece yoluna devam etmektir.

Akşam eve döndüğünde aynaya baktı. Gözlerinin altındaki yorgunluk yerini başka bir ifadeye bırakmıştı: huzura… Kabullenmişliğe değil, farkındalığa.

Ve o gece günlüğüne sadece bir cümle yazdı..
Ben artık kendime sadığım.

Bir gün, kitapçıda rafların arasında bir kitap seçmeye çalışırken çarpıştılar. Nazlı ve o. Aynı anda geri çekildiler, hafifçe gülümsediler. Buyurun siz alın, dedi Nazlı.

Ben zaten sadece kapağına bakıyordum. Zaten iyi kitaplar genellikle birilerinin elinden geçerek gelir insana, dedi kadın, içten bir ses tonuyla.

Nazlı’nın dikkatini çeken şey, bu kadının sesi değildi sadece, gözlerindeki samimiyetti. Yorucu olmayan, beklentisiz bir enerji. Sanki uzun zamandır tanıdığı ama hatırlayamadığı bir yüze bakıyordu.

İsimlerini birkaç dakika sonra öğrendiler. Kadının adı Papatyaydı. “Annem takmış bu ismi bana. Çünkü doğduğumda susmuyormuşum, ama annem gülümseyince susarmışım. ‘Sen bir papatyasın,’ demiş, ‘her şey sade olmalı seninle.’”

O gün kitapçının önünde birlikte kahve içtiler. Sonra birkaç buluşma daha… Aylar geçti. Nazlı ilk başta temkinliydi. Ama Papatya hiçbir zaman fazla sormadı, zorlamadı. Sadece yanındaydı. Anlatmak isterse dinledi, sessiz kalmak isterse sustu. Birlikte susmak bile iyileştiriciydi.

Bir gün yürüyüş sonrası bir bankta otururken Papatya cebinden bir kâğıt çıkardı.

“Bu sana değil aslında,” dedi, “kendime yazmıştım. Ama senin de okumanı istiyorum.”

Nazlı kâğıdı açtı. Satırlar şunlardı:

“Bazı insanlar hayatımıza bahar gibi gelir. Toprak çatlamışken, su gibi sızar araya. Dokunmaz, sadece var olur. Ve bu yettiği için kalbimiz ilk defa sessizce çiçek açar.”

Nazlı gözlerini kaçırmadı. Uzun uzun baktı ona.

“Sen geldin ya… ben ilk defa kendime iyi davranmayı öğrendim.”

Kapadokya’ya gitmiştik birlikte. Ne çok şey taşımıştım o bavulda, kıyafetlerden çok geçmişin yükü, hayal kırıklıkları, korkular. Ama Papatya bilmiyordu bunu. Ya da biliyordu, ama susuyordu.

Vadilerde yürürken bir anda durdum. Ayağım takılmadı, yorulmadım. Ama nefes almak zorlaştı. Duvarlarım sırtıma taş gibi yük oluyordu.

“İyi misin?” diye sordu yavaşça.

“Ben korkuyorum,” dedim. “Kendimi bırakınca düşecek gibi hissediyorum.”

Papatya yüzüme baktı, sonra dedi ki:

“Bazen düşmek değil, direnmek yorar bizi.”

Ve o anda içimde bir şey kırıldı. Bu sefer kalbim değil, duvarlardı. İlk defa hiçbir şeyi kanıtlamaya çalışmadan, sadece kendim olarak bir adım attım.

Balonlar sabah gökyüzüne süzülürken, bir kayanın üstünde oturduk. Sessizlik vardı ama bu kez iyileştiriciydi. O sabah Papatya hiçbir şey demedi. Zaten gerek de yoktu.

Çünkü bazı insanlar bağırmaz; sadece var olur, iyileştirir.

Ve Kapadokya’da…
Ben kendi içimde hafifledim.

Nazlı ne kadar derin ama sessiz bir suysa, Papatya o kadar açık, duygularıyla akan bir nehirdi. Ne zaman nehir taşsa, Nazlı’nın duvarları onu korurdu. Ama bazen o duvarların ardına saklanan da Papatya olurdu.

Bir gece Papatya aradı.

“Sadece sesini duymak istedim,” dedi.

Nazlı sormadı.
“Gel,” dedi.

O gece Papatya, kimseye anlatmadığı bir kırgınlığı Nazlı’ya anlattı. Ailesi, insanların ikiyüzlülüğü, iyiliğinin istismar edilmesi… Gözyaşları sessizce aktı. Nazlı sadece elini uzattı, ama sarılmadı. Çünkü biliyordu: Papatya’nın ihtiyacı fiziksel bir teselli değil, güvende hissetmekti.

-Senin o suskun duvarların var ya… dedi Papatya, başta uzak gibi gelir ama insan anlar sonra. Orası en güvenli yerdir.

Nazlı gözlerini kaçırmadı.

-Sen çiçek açarken, ben seni rüzgârdan sakladım.

O gece dostluklarının temeli atıldı.

Birbirine benzeyerek değil, birbirine saygıyla güç olmak.

Zamanla Nazlı, Papatya’dan yumuşaklığı öğrendi. Papatya da Nazlı’dan sınır çizmeyi, herkesin içeri girmemesi gerektiğini…

Sonra bir gün Nazlı, yıllar önce yarım bıraktığı bir fikirle çıktı Papatya’nın karşısına. Kadınlara destek olacak bir dijital platform kurmak… Papatya bir an bile düşünmedi:

Ben inanıyorum, dedi. Ve birlikte kurdular.

Nazlı yazdı, Papatya yönetti. Birlikte kadınlara alan açtılar, sessizlikten güç doğdu. Her paylaşımın sonunda küçük bir işaret vardı. Bir papatya. Çünkü her kadının bir Papatya’ya, bir Nazlı’ya ihtiyacı vardı.

Ve bir gün Nazlı, Papatya’ya döndü..

Sen bana herkesi değil, kendimi sevmeyi öğrettin.

Papatya da gülümsedi..
Sen de bana herkesin iyi olmadığını ama yine de iyi kalmanın mümkün olduğunu gösterdin.

Biri sustuğunda diğeri anladı.
Biri düştüğünde diğeri tuttu.
Biri çiçek açtı, diğeri rüzgâra karşı siper oldu.

Çünkü bazı dostluklar…
Kendinle barışmanın en sessiz ve en güçlü yoludur.

Nurgül Kayhan

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

İnstagram

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nurgül Kayhan

Nurgül Kayhan, çok yönlü yazardır. İşletme eğitimini tamamlayıp muhasebeci olarak çalışmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren edebiyat ve sanatın çeşitli dallarıyla ilgilenmiş, okuma ve yazma en büyük hobileri arasında yer almıştır. Kelimeleri yalnızca bir söz olarak değil, şarkılar bestelemiş ve şiirler yazmıştır. Bu süreçte, kendi organizasyon şirketini kurarak sahne etkinlikleri düzenlemeye başlamıştır. Şirketinin adı "Sueno Organizasyon" olup, "hayal" anlamına gelen "sueno" kelimesiyle hayallerine adım atmıştır. Deneyimlerinden ve yaşanmışlıklarından ilham alarak ilk kitabı "Hayata Tutunmak yazmış ve bu eser büyük ilgi görerek çok satanlar listesine girmiştir. Devamında "Söylenmemiş Şarkılar" adlı şiir kitabını yayımlamıştır. Nurgül Kayhan, güçlü iletişimi, özgün projeleri ve pozitif enerjisiyle dikkat çekmektedir