Bir Göçmen Kuşun Kanat Çırpışı

Bir Göçmen Kuşun Kanat Çırpışı

Babalar Günü: Bir Göçmen Kuşun Kanat Çırpışı;

15 Haziran 2025, bir Babalar Günü daha…

Gökyüzü tıpkı bir babanın samimiyetindeki yazın sıcaklığıyla sarıyor Dünyamızı ama bir yandan da tıpkı kışın dondurucu ayazında saklı karanlığın soğukluğu gibi, içimizde bir özlem büyüyor.

Babanın sevgisi, sessiz bir nehir gibi akar.
Orhan Pamuk’un Sessiz Ev’inde, geçmişin gölgeleriyle konuşan karakterler gibi,
baba sevgisi de çoğu zaman söylenmemiş sözlerde saklıdır.
Babalar, sevgilerini kelimelere nadiren döker; onların aşkı, alın terinde, bir çocuğun düşmemesi için uzanan kolda, gece yarısı uykusuz bekleyişlerde gizlidir.
“Babanın gölgesi, evladının etrafında bir ömür boyu uzanır.”
Bu sevginin hem bir sığınak hem bir rehber olduğunu anlatır.
Baba, bir bahçeyi hem yeşerten hem kucaklayan bir güneş gibidir.
“Bir baba, çocuğunun yüreğinde bir odadır ki orada her zaman bir ışık yanar.”
Bu ışık sessizce bir ömür boyu yol gösterir.

“Babalık bir sanattır bir heykeltıraşın sabrıyla, bir şairin duyarlılığıyla işlenir.”
Babanın emeği bir maden ocağında kömür tozuyla kararmış ellerde, bir tarlada güneşle kavrulmuş alınlarda, bazen bir ofiste sabahlanan gecelerde saklıdır. Onlar, çocuklarının hayallerini omuzlarında yükseltir hem karanlığı hem aydınlığı taşır. Baba, bir destan yazarıdır; ama bu destan, çoğu zaman sessizce yazılır, sadece yüreklerde okunur.

Baba-çocuk ilişkisi, bir nehrin iki yakası gibidir. Bir yanda sevgi, bir yanda öğreti; bir yanda güven, bir yanda sınanma. Karamazov Kardeşler ’inde, Fyodor Pavlovich’in gölgesinde büyüyen çocukların isyanı, babalığın eksikliğini anlatır. Bu isyan, babanın hem bir sığınak hem bir ayna olduğunu fısıldar; çünkü baba, çocuğun hem ilk ilhamı hem de en derin sorgusudur.
Ve bazen Baba bir pusuladır; yönünü kaybettiğinde izleriyle bulduğun bir Kuzey Yıldızı.

Babaya duyulan hasret, kalbin en kuytu köşelerinde saklı bir ağıttır.
Bir babanın gülüşü, bir öğüdü, bir bakışı, zamanla bir fotoğraf karesine hapsolur.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Sessiz Gemi adlı şiirinde dediği gibi,
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.”
Babayla anılar, bu geminin bıraktığı iz gibi hüzünlü ama bir o kadar canlıdır.

Cemal Süreya, bu özlemi dizelerine şöyle döker:

“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”

Bu dizeler, babasızlığın yürekte açtığı boşluğu, bir sonsuz boşluğa düşüşü anlatır. 

“Baba, bir çocuğun ilk kahramanı, son hüznüdür.” 

Babasızlık, o kahramanın kayboluşuyla başlar; ama hasret o kahramanı ruhunda sonsuza dek yeniden canlandırır.

“Baba, evin direğidir; sessiz bir çınar gibi kökleriyle aileyi sabitler, dallarıyla geleceği kucaklar.”

Aile alın teriyle yoğrulmuş bir bahçedir. O bahçede sevgi çiçek açar, güven kökleşir, saygı dallanır.
Ama bu bahçe babanın emeğiyle annenin şefkatiyle yeşerir. Anne, o bahçenin toprağıdır; baba gökyüzüne uzanan dallarıyla, anne kökleriyle hayat verir.
“Ebeveynlerin çocuklarına bakışı, aklın ve kalbin birleştiği bir sanattır.”
Aile, insanın erdemlerini yeşerttiği ilk topraktır, anne ve baba bu toprağın meyvelerinin çiftçisi, geleceklerinin mimarlarıdır.
Baba, o bahçenin hem bahçıvanı hem koruyucusudur,
Fırtınalarda gövdesini siper eder, kuraklıkta suyu taşır.

Babalar Günü, bir kutlamadan öte bir muhasebedir onunla geçirdiğimiz anları, söylenmemiş sözleri, kaçırılmış fırsatları düşünme vakti.
Tıpkı Proust’un Kayıp Zamanın İzinde ’sinde, bir madlen kurabiyesinin kokusuyla canlanan anılar gibi, onun kokusu, sesi, bir dokunuşu zamanın tozlu raflarında saklıdır.
Onları hatırlamak o raflara yeniden bakmaktır ve bazen o raflar asla tozlanmaz.

Baba, bir göçmen kuş gibi kanatlarında sevgi taşır, uzaklara uçar ama her zaman yuvasında durur.
Babalar Günü’nde, o kuşun kanat çırpışlarını duyalım ister yanımızda olsun ister gökyüzünde bir yıldız.
Bu arada benim de babam vefat etti.
O yüzden bu özlem benim de içimde karanlık bir bahçenin rüzgârı gibi usulca eser.
Bu yazıyı yazmak, onun gölgesinde, yüreğimde kapanmayan bir defteri yeniden açmak demek; her kelime ondan bir anı, her satır ona duyduğum sevginin zamansızlığıdır.

“Bir babanın kaybı, ruhun en sessiz odalarında yankılanır.”

”Bazen sevgi, kalbin sessizce hatırladığı bir şarkıdır.”

Ve baba sonsuza dek bir sevgi, bir özlem, bir destandır.

Oğuz KARABULUT

Bu yazının bütünü yazarına aittir

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Oğuz KARABULUT

1995 Yılından bu yana Bursa'da doğdum ve yaşıyorum. Mesleğimi Bilişim sektöründe icra ediyorum. Birşeyler yazmaya İlkokul'da 9 yaşımda eğlence amaçlı akrostiş şiirler yazarak başladım. Çocukluk psikoljisiyle yeteneğim arkadaşlarım ve öğretmenlerim tarafından ilgi gördükçe yazmaya daha da yoğunlaşarak akrostiş yerine standart şiirler yazmaya çalıştım. Sanırım 4. Sınıfta sınıf öğretmenimiz birşeyler yazmamızı istemişti o an ki düşüncemle duygusal anlamda daha etkileyici olacağını düşünerek Anne şiiri ve bu şiiri annesini özlemiş bir çocuk duygusuyla yazmıştım. Tahtaya çıkıp okuduğum da okudukça öğretmenimizin ağlamaya başladığını mendille gözlerini sildiğini fark etmiştim okumam bittiğinde kalkıp bana sarılıp öpmüştü. Dedim ya o an ki çocuk psikolojisiyle bu durumdan mutlu olmuştum çünkü amacım buydu ve yazdığım şiir dinleyenleri etkilemişti hemde istediğim şekilde. Ancak tenefüste yanına gidip annemin yaşadığını şiirin etkileyici olması için bu şekilde yazdığımı söylemiştim. Bu hiç unutmadığım bir anıdır şiirin birer satırdan ibaret değil belirlenen hislerin sanatsal bir ifadeyle aktarılması olduğunu o zamanlar fark etmiştim. 5. Sınıfta Türkçe öğretmenimiz ders esnasında Şiir, kompozisyon, hikaye benzeri etkinlikler yapmamızı isterdi bu konuda hırslıydım ne yalan söyleyeyim ilgi çekmeyi de severdim hangi çocuk sevmez ki bu beni gaza getirirdi açıkçası. Bize verdiği konularda en uzun yazıyı en kısa sürede ben yazardım ve 42 kişilik sınıfta tek yıldız alan bendim bu durum yazma hevesimi körüklüyordu aslında yazmayı seviyordum ancak çocukluk psikolojisiyle bir nevi motivasyon aracım olmuştu. Hali hazırda 5-6 yaşlarımda dinlemeye başladığım Rap müzikleri ezberleyip okulda, mahallede ve öğretmenlerimin neredeyse her gün defalarca kez beni tahtaya çıkartmasıyla okurdum. 11 yaşımda Rap sözleri de yazmaya başladım kendi çapımda birşeyler karalıyordum ve adımın Oğuz olduğunu kimse bilmezdi henüz okula bile gitmediğim yaşlarda adım Rapçi'ye çıkmıştı. Uzun lafın kısası hâlâ daha hobi olarak Şiir, Rap lirikleri ve farkındalığa sebep olmak istediği psikoloji yazıları ve deneme yazıları yazıyorum. Aslında yazmakta ki en temel amacım içimi dökmek ve deşarj olmak. Anlatamadıklarımı veya insanlarla konuşmak istemediklerimi, suskunluklarımı, üzüntülerimi doğrusu anlaşılmadığımı düşündüğüm veya duygusal olarak içimde ki tüm birikmişliği yazarak rahatlamak. Silinmesi, yok olması umrumda bile değildi. Sadece yazmayı seviyorum ve yazmayı seni en iyi tanıyan ve anlayan bir başka sen olarak tanımlıyorum. Yani yazmak bir nevi seni anlayan bir sen demek benim için kısaca. Bunu bir başka benle kısıtlamanın bencillik olduğunu birçok bir başka benlerin yazdıklarımda kendinden bir başkasını görmesinin, okumasının, içinde sessiz kalan birşeyleri satırlarımda bulduğunda tebessüm etmesinin daha değerli ve anlamlı olacağını düşünüyorum ve o tebessümlere ait yüreklere fısıldayan bir kalem olmayı temenni ediyorum. Oğuz KARABULUT