yazmak mı? yazmamak mı?

yazmak mı? yazmamak mı?

YAZSAM MI? YAZMASAM MI?

Yazma eylemi ne zaman başladı?

Yazmaya neden ihtiyaç duyduk?

Dünyanın iklimi nedeniyle sürekli göç etmek zorundasınız, bin bir türlü zorlu yolculuklardan geçiyorsun. Güvenli bir mağara buldun, aile ve topluluğunla yerleştin. Karnın acıktı, avcısın. Etrafta çok uzaklaşmadan dolaşıyorsun. Av hayvanları, yiyebileceğin meyveler ve otlar var. Bir süre dinleniyorsun ama yola devam etmen gerekiyor. Peki arkandan gelenler olabilir, onlara burada olduğunu, neler yaptığını nasıl anlatacaksın? Aile bireylerinin ellerini kırmızı killi toprağa bulayıp mağara duvarlarına iz bırakıyorsun. “Biz buradaydık” diyorsun. Avladığın hayvanları, topladığın ürünleri el yordamıyla çiziyorsun. “Burada bunlar var” ı anlatıyorsun. Yazma güdüsünün temelinde belki de bu kendini anlatma isteği yatıyor.

Resimlerin, el izlerinin yetmediği yerde 5.000/6.000 yıl öncesinde semboller doğuyor. İnsan bilinenleri hafızaya kazımak, bir sonraki nesle bırakmak isteğiyle çivi yazısını kullanıyor. Bu sefer kil tabletlere sivri uçlu kamışlarla semboller kazınıyor. Sümerler çivi yazısı kullanırken, Mısır hiyeroglifleri taş ve papirüse, Çin kemik yazısını (oracle bone script) kehanet ve ritüellerde kullanıyor. Derken kendini anlatmak, inançların ortaya çıkışlarıyla birlikleri oluşturmak için dünyanın her farklı coğrafyasından farklı semboller, yazılar ortaya mantar gibi dağılıyor.

Tarihin başlangıcı yazı ile başlıyor.

Ekonomik kayıtlara, hukuk ve düzene, din ve ritüellere bağlanan yazı insanların duygu ve düşüncelerini, hayal güçlerini anlatma ihtiyacıyla edebiyatı doğuruyor.

Bilinen ilk edebi eser “Gılgamış Destanı”nı okumayan yoktur; Sümerler’in kahramanlık öykülerini anlatmak için yazılsa da Mısır’ın hiyerogliflerle yazılan “Ölüler Kitabı” dini ritüelleri edebi bir dille anlatmıştır. Antik Yunan’da Homeros’un “İlyada” ve “Odysseia” destanları sözlü destanları yazıya dökerek mitolojinin temellerini oluşturmuş, kehanet metinleriyle Çin ve Hindistan şiiri hayatımıza katmış, “Rigveda” ve “Şiirler Kitabı” kutsal bilgiyi aktarmıştır.

Kültürel bir kimliği, tarihsel evrimi anlatan yazı sembolleri günümüze ulaştı…

Herkes varlığına sahip çıkmak için sözle birbirine anlattığı masalları sembollerine dökerek insanlığa kazandırdı. Sadece İlyada ve Odysseia değil Hindistan’dan hayvan masalları “Pançatantra”, Arap dünyasında “Binbir Gece Masalları”, Avrupa’da Grim Kardeşler’in topladığı masallar yatmadan önce baş ucumuzda yerini aldı. Maalesef zaman içinde yazıya geçmeyen masallar unutuldu, yok oldu.

Yazı hayatımızın her alanında var. Ortalama bir insan günde yüzlerce kelime yazabiliyor. Klavyelerin hayatımıza girmesiyle bu hız dakikada 40/70 kelime hızı normal kabul ediliyor. 

Yeterince okuyor muyuz? 

Bir yılda ABD’de 275.000/328.000, Çin’de 200.000’den fazla, Birleşik Krallık’ta 188.000 civarında kitap basılıyor. Bu dünya genelini düşündüğümüzde milyonları buluyor.  Ülkemizde ise 2024 yılında toplam 389.593.000 adet kitap basılmış. Bu kitapların 110/135 milyonunu eğitim, 75/95 milyonunu çocuk ve gençlik, 55/60 milyonunu roman, şiir, deneme, 95/115 milyonunu ise akademik kitaplar oluşturuyor.

Türkiye; World Population Rewiew’ e göre 2025 verilerine göre orta-alt grupta yer alıyor. Bir Türk okuyucusu yılda 150/160 saat kitap okuyor ve bu haftada 3/4 saate denk geliyor. Buna karşılık ABD 357, Hindistan 352, Birleşik Krallık 343 saat kitap okuyor. Nerdeyse bizim iki katımızdan fazla ve bu beni gelecek adına düşünmeye zorluyor.

Kitaplar basılmaya devam ederken neden bu kadar az okuyoruz?  

Kitaplar, insanlığın kendini ispat etme şekli, okumaksa kendini anlatmak, kültürü korumak, bilgi aktarmak şekli ise kitaplar basılmaya devam edecek. Eğitim ihtiyacı, kültürel çeşitlilik, teknolojik kolaylık, ekonomik sektör, kültürel prestij ve okur talebi doğrultusunda basılan kitapları okumuyorsak bir yerde yanlış yapıyoruz demektir.  Eğitim sistemi küçük yaşlarda okumayı alışkanlık haline çevirmiyorsa, devlet bu konuda eğitim kurumlarına teşvikler sunmuyorsa, kitap fiyatları gün geçtikçe artıyorsa, sosyal medya ve kısa içerikler uzun metinleri okumayı zorlaştırıyorsa, televizyon ve görsel medya daha cazip geliyorsa bu döngüyü kırmamız mümkün değil. Özellikle gençlerin ders kitaplarının maliyeti, çalışanların yoğun iş hayatı düşünüldüğünde devletin gücünün önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal hayatı ve birlikteliği olmayan gençlerin telefon ekranı dışında bir seçeneği olmadığı da bir gerçek.

Gelişmiş ülkelere üzülerek bakmanın anlamı yok. Devlet politikaları, özel kurumlar eğitimin başından itibaren aileleri de katarak kitap okuma ve kütüphane kültürünü geliştirmek, gerekirse zorunlu kılmak zorunda. Geleceğe gerekirse teknolojiyi kullanarak animasyon kısa filmler, dijital çizgi romanlar, artırılmış gerçeklik, masal kartları, rol yapma oyunları, tiyatrolar, gösteri ve kukla ile merak uyandırılıp kitapların büyülü dünyasına dönülebilir. Kitapları doğru eşleşme, kalın kitaplar yerine küçük dozlarla ince kitapları tercih ederek, kişiyle kitap karakteri arasında duygusal bağ kurarak, okuduğunuz beğendiğiniz bir kitabı paylaşarak yeni kitap okuyucuları oluşturabiliriz.

Yazı yazanlar ülkemizde korunuyor mu?

Yazar meslek birlikleri var olsa da Türkiye Yazarlar Birliği (PEN) hiçbiri devlet güvencesini kapsamıyor. Fikir ve sanat eserleri kanunu (5846 sayılı kanun) yazarların eserleri üzerindeki mali ve manevi haklarını korusa da ifade özgürlükleri halen tartışma konuları içeriyor. Telif hakları var ama bu koruma genel haklar üzerinden sağlanıyor. Bir gün yazar hakları yasası ile geleceğe çok daha özel izler bırakacağımızdan eminim.

Neler yapılabilir? İsteklerimiz bir ütopya mı?

Kitap sektörü ekonomik bir piyasa değil de gönüllü, profesyonel ve devlet destekli bir sistemle değişebilir. Kitaplar ücretsiz ya da çok düşük maliyetle herkese ulaşabilir. Eğitim ve kültürde fırsat eşitliği sağlanmış olur. Yazarlar ekonomik kaygıdan çok kültürel ve toplumsal katkı için üretir. Daha özgün ve deneysel eserler ortaya çıkar. Yayıncılık bir kamu hizmeti gibi düşünülebilir. Kütüphaneler ve okullar aracılığıyla kitap dağıtımı yapılabilir. Devlet demokratik bir sistem kurarsa çeşitlilik artar, sistem her kesimden desteklenebilir. Gönüllükle gelişen profesyonel bir sistemde kitaplar daha nitelikli hem de toplumsal faydaya odaklanabilir. Kitap ticari bir ürün değil ortak bir değer olarak algılandığında okuma alışkanlığı artar. Eşitlikçi ve erişilebilir bir sistemle barışçıl bir toplum ve kültür yaratılabilir. Kitap okumak bir hobi değil kimlik ve saygınlık göstergesi olur. İnsanlar toplumda gelişmek için kitap okumayı doğal bir ihtiyaç görür.

Neden olmasın?

Yıldız Tek Gamlı

08/12/2025

Diğer yazılarımı okudunuz mu?

KONUŞMAK MI? ZİHİN Mİ?

Yorumlar (4)

  1. sadan kose
    • 9/12/2025

    Araştırılarak yazılmış harika bir yazı okuttunuz bize kaleminize sağlık

  2. Okuyan beğenen yorum yapan herkese teşekkür ederim 🥰

  3. Nurcan Özküpeli
    • 8/12/2025

    Emeğinize sağlık hocam. Çok güzel bir anlatım olmuş

  4. Okuyan herkese teşekkür ederim ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.