Toprağın Kalbi Susarsa İnsan da Susar

Toprağın Kalbi Susarsa İnsan da Susar

5 Haziran – Dünya Çevre Günü

Toprağın Kalbi Susarsa, İnsan da Susar;

Toprak, sessiz bir ozan gibi fısıldar.
Kalbi, çağların öyküsünü taşır; nabzında rüzgârın şarkısı, her bir kökünde yaşamın sırrı saklıdır.
Ama bu kalp yorgun artık.
Çünkü insan, kendi elleriyle dokuduğu bir tükenişle hem kendini hem doğayı solduruyor.
Toprağın kalbi, insanın kalbiyle aynı ritmi çalar; biri susarsa diğeri de susar.

Bu bir varoluş birlikteliğidir.
İnsan, doğayla kadim ve sadık bir dosttur.

İnsan, doğayla kadim ve sadık bir dosttur.
Bu, fıtrattır.
Doğa, insana benliğini öğretir ve hatırlatır.
Ona ne kadar vefalıysan o daha fazla,
Ona ne kadar samimiysen o daha fazla,
Ona ne kadar dostsan o daha fazla,
Ona ne kadar dürüstsen o daha fazla,
Ona ne kadar verirsen, o sana daha fazla verir.
Onunla ne kadar sımsıkı, sadık bir sevgiyle yürürsen, o da sevgisini senden o kadar ayırmaz.
Ama insan, adımlarını nankörlükle unuttu ve kendi özüne yabancı bir yolcu oldu.

“İnsan, varlığını nesnelere indirgedi. Dünya, onun için yalnızca bir araç.”

Gökyüzüne bakmayı unuttu; yıldızlar yerine betonun gri gölgesine esir düştü.
Ruhu, o sevginin ve samimiyetin bir olmuş hâliyle büyüyen ve Güneş’i güldüren, aydınlığa ayna tutan sönmeyen bir alevdi bir zamanlar.
Şimdi ise külleri savruluyor.
İnsan, kendini tüketiyor; çünkü toprağın sesini unuttu.

“Kendini aşamayan insan, bir gölgedir yalnızca.”

İnsan, aslında aydınlığa muhtaç olduğunu bile bile, kendini hapsettiği karanlıkta bir gölge gibi dolaşıyor.
Ne kendini tanıyor ne de geldiği ve yeniden döneceği toprağın kalbini.
Doğa, insanın aynasıdır.
Ormanlar hayatın şarkısını söylerken şimdi her kesilen ağaçla bir dize eksiliyor.
Nehirler, toprağın damarlarıydı; şimdi zehirle doluyor.

Unutmamak gerek;

“Doğaya savaş açan insan, kendi varlığına savaş açar.”

Doğa, bir anne gibi sabırlı olsa da yaratılış gereği – bu hayat gibi, var olmuş her şey gibi – her sabrın bir sınırı var.
Gökyüzü gri bir örtüyle kapandıkça, rüzgâr özgürlüğün değil yitip gidenlerin habercisi oldu.
Toprak, insanın hırsıyla yaralı.
Her kazma, her beton onun kalbine bir çizik atıyor.
Ama toprağın kalbi hâlâ atıyor ve hâlâ vefalı.
Her tohum bir umut, her filiz bir direniş.
Toprak, insanın unuttuğu bir hakikati fısıldar.
“Biz ayrı değiliz.” der ve bunu hatırlatır.

“Doğa konuşmaz ama her şey onunla konuşur.”

İnsan, muhtaç olduğu kadim şifaların sırlarıyla dolu toprağın sessiz çığlığını duymalı, onunla beslediği ruhu doğanın özgürlüğüne sahip çıkarak yaşatmalı.
Çünkü: “Özgürlük, bir başkasının özgürlüğüne sahip çıkmakla başlar.”

Doğayı zincire vuran insan, kendi ruhunu da zincirler.
Bu yaşam değil, tükeniştir.
İnsan, kendi gölgesine zincirlenmiş bir gezgin, doğa ise unuttuğu bir yoldaş oldu ve yarı yolda kalıyor.
Her düşen yaprak, her kuruyan nehir, insanın kendi sonunu yazdığı bir şiir; ama bu şiir henüz bitmedi.
Toprak, bir annenin kucağı gibi hâlâ çağırıyor: Sonsuz bir sabırla, unuttuğu özünü yeniden hatırlatmak için.

“Anlam, insanın isyanından doğar.”

İsyan aslında, tefekkür ettiğinde ektiklerini biçmektir.

“Tefekkürle ekilen özgürlük, insanın kendi anlamını biçmesiyle hayat bulur.”

İnsan, bu isyanı toprağın kalbiyle birleştirmeli.
Yeniden doğmak için önce dinlemeli.
Dinlemeyi, anlamayı, kendini bir başkasının yerine koymayı unuttu insan.
Toprağın kalbi, bir şairin mürekkebi gibidir; her damlası bir yaşamın öyküsünü yazar.
İnsan, bu öyküye bir dize ekleyebilir:
Sevgiyle, saygıyla, doğayla barışarak,
Kendinin ve bu öykünün sonunu belirleyebilir.
Bencilce bir benlikle değil, zaten öyle bile olsa aklen yaptığı her iyilik de kötülük de kendi içindir.

Unutma!

“Toprağın kalbi susarsa, insan da susar.”

Ancak o kalp atıyorsa, insan da yeniden doğabilir.

Oğuz KARABULUT 

Bu yazının bütünü yazarına aittir

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

İnstagram

Yorumlar (1)

  1. Çok anlamlı bir yazı 🥰

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Oğuz KARABULUT

Oğuz KARABULUT 1995 yılından bu yana Bursa’da doğdum ve yaşamımı burada sürdürüyorum. Mesleğimi bilişim sektöründe icra ediyorum. Bir şeyler yazmaya ilkokul ‘da 9 yaşımda eğlence amaçlı akrostiş şiirler yazarak başladım. Zamanla bu eğlenceli denemeler, yerini gerçek duygularla yazılan dizelere bıraktı. Sanırım dördüncü sınıftaydım; öğretmenimiz bizden bir şeyler yazmamızı istemişti. Sadece duygusal anlamda daha etkileyici olacağını düşünerek, annesini özleyen bir çocuğun duygularını anlatan bir şiir kaleme almıştım. Okul tahtasında o şiiri okurken öğretmenimin gözyaşlarına şahit olmak, o yaşta beni çok etkilemişti. Duyguların kelimelere döküldüğünde bu denli dokunabildiğini o zaman fark ettim. Beşinci sınıfta Türkçe öğretmenimizin yönlendirmesiyle şiir, hikâye ve kompozisyon yazmaya yoğunlaştım. Çocukluk psikolojisiyle birilerinin yazdıklarımdan etkilendiğini görmekten keyif alıyordum ve bu beni daha çok yazmaya motive ediyordu. Zaten yazmaya var olan hevesimi diri tutuyordu. Yazmak, sadece dikkat çekmek değil, içimde birikenleri dışa vurmak için de bir yoldu. Çocukluk yıllarımdan itibaren dinlediğim rap müzikten etkilenerek 11 yaşımda rap sözleri yazmaya başladım. O yıllarda çevremdeki birçok kişi adımı bilmezdi, ama herkes bana “Rapçi” derdi. Hobi olarak halen yapıyorum müthiş bir deşarj yöntemi ve ruhen sınırsız bir yaşam enerjisi gibi. Zamanla şiirler, rap lirikleri, psikolojik denemeler ve farkındalık yazıları yazdım. Bugün hâlâ yazıyorum. Aslında yazmak hep benim için beni en iyi tanıyan bir başka ben ile konuşmak, dertleşmekti. Yani yazmak bir nevi seni anlayan başka bir sen demek. Suskunluklarını en derinden duyan, anlatamadıklarını en iyi anlayan bir sen ile terapi gibi. Bazen yazdıklarımı silerim çoğu zaman amacım sadece içimi dökmek ve bazen göremediğimi görmek olur. Yazmak aslında kendinden kaçmamaktır da. Bazen kendinle tanışmak bazen de kaçtığın kendinle buluşmak gibidir. Hatta sende kendini bulanlara ulaşmak. Yazmaktan ziyade görülmediğini düşündüğünde görülmek, duyulmadığını hissettiğinde duyulmak ve en derine inmek, konuşmak değil hissetmek, hissedilmek ve samimiyettir. Suskunluklarla konuşmak, bazen de gizlenmiş bir duygunun yalnızken bir satırı okuduğunda gözlerinde ki parıltıya ve yüzünde ki o çok şey susmuş tebessümüne ortak olmaktır. Ruh muhabbetidir aslında öyle kıymetli ve kendinden. Ben bunu bir başka benle kısıtlamanın bencillik olduğunu birçok bir başka benlerin yazdıklarımda kendinden bir başkasını bulmasının, içinde sessiz kalan bir şeyleri satırlarımda bulduğunda tebessüm etmesinin daha değerli ve anlamlı olacağını düşünüyorum ve satırlarımda o tebessümlere ait yürekler ile buluşan samimi bir kalem olmayı temenni ediyorum.