Tevfik Fikret’in düşleri

Tevfik Fikret’in düşleri

 

                                                                 Tevfik Fikret’in düşleri

Tevfik Fikret, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşamış ve Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olarak tanınmıştır. 1867 yılında İstanbul’da doğan Fikret, edebiyat ve şiir alanında önemli eserler vermiş, özellikle toplumsal konulara değinmiştir. Ancak, onun hayatında ve eserlerinde derin izler bırakan en önemli olaylardan biri, oğlu Haluk ile yaşadığı trajik hikâyedir.

1909 yılının serin bir sabahında, İstanbul Boğazı’nın kıyısında Tevfik Fikret ve henüz 14 yaşındaki oğlu Haluk, birbirlerine sıkıca sarılmış vedalaşıyorlardı. Haluk, eğitim için uzaklara, İskoçya’ya gidecekti. Tevfik Fikret’in yüreği, bir yandan oğlunun parlak bir geleceği olduğunu bilmenin gururuyla dolarken, diğer yandan onu kaybetmenin derin hüznünü yaşıyordu.

Doğduğu günden beri Haluk için şiirler yazan Tevfik Fikret, oğlunun geleceğine dair büyük hayaller kuruyordu. Bu hayallerin eğitimle mümkün olacağına inanarak, oğlunu eğitim için İskoçya’ya gönderdi.

Babanın gözleri yaşlıdır, ama gururunu gizleyemez. Oğlunu dünyanın bir ucuna göndermek, hem acı verici hem de gurur vericidir Tevfik Fikret için.

Haluk, İskoçya’ya ulaştığında, tanımadığı bu yeni ülkenin kültürüne ve inançlarına uyum sağlamaya çalışır. Hristiyan bir ailenin yanında kalmaya başlayan Haluk, bu yeni yaşam tarzına alışmak için çaba gösterir. Tıpkı yuvadan uçan bir kuş gibi yapayalnızdır.

Yeni bir kültür ve İskoçya’nın soğuk rüzgârlarıyla yüzleşir. Tevfik Fikret ise oğluna duyduğu derin özlemle mektuplar ve şiirler yazmaya devam eder. Oğlunun dönüşünü beklerken, Boğaz’a nazır pencereleri olan bir ev yaptırır ve bu eve kuş yuvası anlamında “Aşiyan” adını verir.

Tevfik Fikret, oğlu Haluk’u modern ve aydın bir birey olarak yetiştirmek istemiş, bu nedenle onun iyi bir eğitim almasına büyük önem vermiştir. Haluk, Robert Koleji’nde başladığı eğitimini başarılı bir şekilde tamamlamış ve ardından da İskoçya ve sonrasında Amerika’ya gitmiş ve eğitimini orada sürdürmüştür.

Amerika’ya giderek burada mühendislik eğitimi almıştır. Fikret, oğlunun Amerika’da aldığı eğitimle ülkesi için faydalı bir insan olacağına inanıyordu. Ancak Haluk’un Amerika’daki yaşamı, Fikret’in beklentilerinden oldukça farklı bir yöne evrildi. Haluk, İskoçya’da Hristiyan olmuş, ardından Amerika’ya geçerek burada kilise hizmetine girmişti ve burada yaşamaya karar verdi. Bu karar, Fikret için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

O vedalaşmadan sonra Tevfik Fikret bir daha oğlunu göremedi. Haluk’un bu kararı, Tevfik Fikret’i derinden yaralamış ve büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Oğlu Haluk’un papaz oluşu, onun kalbinde onulmaz bir yara açtı. Oğlunun kendi kültüründen ve değerlerinden uzaklaşması, Fikret’in içinde derin bir acıya neden oldu. Haluk, Amerika’da elektrik mühendisi olarak çalıştı ve burada kendi hayatını kurdu.

Haluk’un Amerika’da geçirdiği yıllar, Fikret’in beklentilerinden çok farklı sonuçlar doğurmuştur. Haluk, Amerika’da kalıp oraya yerleşmeye karar vermiş ve babasının ideallerinden uzaklaşarak Hristiyanlığı kabul etmiştir. Yıllar geçer, Haluk kilise hizmetine katılır ve yeni bir hayat kurar.

Tevfik Fikret oğlunun kendi değerlerinden ve kültüründen uzaklaşmasını kabullenememiş, bu durumu derin bir üzüntüyle karşılamıştır. Haluk’un Amerika’da Hristiyanlığı kabul etmesi ve Türkiye’ye dönmemesi, baba-oğul arasındaki ilişkide derin yaralar açmış ve Fikret’in iç dünyasında büyük bir boşluk yaratmıştır.

Tevfik Fikret’in oğlu Haluk ile yaşadığı bu trajik hikâye, onun eserlerinde ve hayatında derin izler bırakmıştır. Haluk’un beklenenin aksine bir yaşam seçmesi, Fikret’in düşünce dünyasında sarsıcı etkiler yaratmış, onun topluma ve insanlığa dair inançlarını sorgulamasına neden olmuştur.

Tevfik Fikret, yaşadığı bu derin acının yanı sıra sağlık sorunlarıyla da mücadele ediyordu. Oğlunun yokluğunun ve kültürel değerlerden uzaklaşmasının yarattığı üzüntü, onun ruh sağlığını da olumsuz etkiledi. Tevfik Fikret, şeker hastalığının acılarıyla kıvranarak, son anlarını yaşadı; hastalık o kadar ilerledi ki, kolunun kesilmesi bile gerekti.

Tevfik Fikret, kuş yuvası dediği Aşiyan’da, oğlunun hasretiyle son nefesini verdi. Tevfik Fikret vefat ettiğinde 48, Haluk ise 21 yaşındaydı. Yaşamı boyunca oğluna duyduğu özlemi şiirlerine yansıttı. Haluk, babasının umutlarını ve hayallerini bir kenara bırakıp kendi yolunu seçmişti.

Tevfik Fikret’in hayatı, oğluna duyduğu sevgi ve özlemle son buldu. Haluk, babası hayata gözlerini yumduğunda Amerika’daydı. Ülke, o zamanlar Birinci Dünya Savaşı’nın kasveti içinde yaşam mücadelesi veriyordu. Haluk, cenazeye katılmak için gelemedi.

Haluk Amerika’da Michigan Üniversitesi’nde makine mühendisliği okudu. Akademik kariyerine odaklanarak çeşitli üniversitelerde ders verdi ve Amerikalı bir kadınla evlendi. Haluk, Amerika’dan annesi Nazime Hanım ve tanıdığı dostlarına mektuplar yazmaya devam etti. Ancak bu mektuplar, İstanbul’a duyduğu özlemi dindirmeye yetmiyordu. Amerika’da yaşarken bile zihninde ve kalbinde sürekli İstanbul’u yaşıyordu.

Gurbet ellerde, her anını memleket hasretiyle geçiriyor, bu özlem içinde melankolik bir ruh hali yaşıyordu. İstanbul’a olan bağlılığı ve özlemi, onu hem güçlü kılıyor hem de derin bir hüzne sürüklüyordu. Bu duygularla yaşamını sürdüren Haluk, babasının mirasını ve ülkesinin değerlerini içinde yaşatmaya çalışıyordu.

Amerika’da geçirdiği yıllar Haluk’u yormuştu. Annesine olan düşkünlüğü ve İstanbul’a duyduğu özlem, kalbinde derin yaralar açıyordu. Babasının da görev yaptığı Robert Koleji’nde öğretmenlik yaparak Türkiye’ye dönmeyi planlıyordu. Bu, ona hem annesine hem de doğduğu şehre yeniden kavuşma fırsatı verecek, aynı zamanda edindiği bilgi ve tecrübeleri ülkesinde icra edecekti. Pasaport ve bilet işlemlerini tamamlayan Haluk ve eşi dönüş hazırlıklarına başladılar.

Ancak İstanbul’da, Haluk hakkında dedikodular hızla yayılıyordu. Bazı kesimler, Tevfik Fikret’e olan kinlerini sanki Haluk üzerinden çıkarmak istiyordu. Amerika’daki Haluk’a sürekli mesajlar göndererek, İstanbul’a dönmemesi gerektiğini belirtiyorlardı. Anadolu’da büyük bir kaos olduğunu ve İstanbul’un işgal altında bulunduğunu söylüyorlardı. Ayrıca, Haluk’un Hristiyan bir kadınla evlendiğinin duyulmasının İstanbul’da hoş karşılanmayacağı vurgulanıyordu.

Bu sürekli baskılar, Haluk’un İstanbul’a dönme planlarını suya düşürdü. Büyük bir hayal kırıklığı içinde olan Haluk, Amerika’da kalmanın kaçınılmaz olduğunu kabullendi. Amerika’da daha kalıcı bir hayat kurmaya karar verdi ve iş dünyasına atılarak bir firmanın temsilciliğini üstlendi, iyi bir gelir elde etti.

Haluk, Türkiye’ye gidemeyince, annesini Amerika’ya davet etti. Nazime Hanım, Florida’ya oğlunun yanına geldi. Haluk, annesini Amerika’nın güzellikleriyle tanıştırmak için elinden geleni yaptı. Onu çeşitli yerlerde gezdirirken, bu mekânları İstanbul’un semtlerine benzeterek anlatıyordu. Baktığı her yer Fikret’in şiirlerinde yer alan Aşiyan’ı anımsıyordu.

Nazime Hanım, Amerika’da oğluyla bir araya geldikten sonra bile, oğlunun Hristiyanlığı kabul etmesi ve Amerikan yaşam tarzını benimsemesi nedeniyle büyük bir kültürel ve duygusal uyumsuzluk yaşadı. Nazime Hanım, oğlunun değişen yaşam tarzına ve inançlarına uyum sağlamakta zorlandı ve bu durum onun için de derin bir üzüntü kaynağı oldu. Nazime Hanım, oğlunun yanında bir süre kaldıktan sonra Türkiye’ye döndü.

Oğlu Haluk ise Amerika’da yaşamaya devam etti ve bir daha Türkiye’ye dönmedi. Haluk’un bu kararı, Fikret ailesi için bir başka derin üzüntüye neden oldu. Haluk, defalarca Türkiye’ye dönmek için denemelerde bulundu, ancak her defasında bir engelle karşılaştı. Amerika’da teoloji eğitimi alarak Presbiteryen Kilisesi’nde başpapaz oldu. Türkiye’de hakkında yazılan yazılar ve yapılan söyleşiler, Haluk’un adını hep gündemde tuttu. Ancak babasının hayalleri ve şiirleri, onun kalbinde derin yaralar bırakmıştı.

Nazime Hanım, oğlunun özlemiyle İstanbul’da yaşamaya devam etti. Robert Koleji, Tevfik Fikret’in evi Aşiyan’ı satın almak istediğinde, İstanbul Belediyesi devreye girerek evi müze haline getirdi. Aşiyan, artık Tevfik Fikret’in hatıralarını yaşatacak bir yer haline gelmişti.

Haluk, Amerika’da 72 yaşında kanserden öldü ve görev yaptığı kilisenin yanına gömüldü. Bu trajik hikâye, bir babanın evladı için duyduğu büyük umutlar ve hayal kırıklıkları ile doludur ve bu hikâye sadece bir baba-oğul ilişkisi değil, aynı zamanda bir kuşağın idealleri ile gerçekler arasındaki çatışmayı da gözler önüne sermektedir. Babalar ve oğullar arasındaki ilişkiler, zaman ve mekânın sınırlarını aşan bir derinlik taşır. Haluk’un yaşadığı zorluklar ve babasının özlemi, insanın içini burkar.

Sonuç olarak, Tevfik Fikret ve oğlu Haluk’un trajik hikâyesi, edebi ve toplumsal açıdan derin bir anlam taşımaktadır. Bu hikâye, bireysel hayal kırıklıkları ve toplumsal idealler arasındaki ince çizgiyi vurgularken, aynı zamanda bir dönemin ruhunu ve değişim sancılarını da yansıtmaktadır. Tevfik Fikret’in eserlerinde bu trajedinin izlerini görmek, onun duygu dünyasına ve düşünsel yolculuğuna dair derin bir anlayış kazandırmaktadır.

Havin Ezo 

Kaynaklar:

https://www.edebiyatokulu.org/2016/01/tevfik-fikret.html

https://www.edebiyatfatihi.net/2012/12/tevfik-fikretin-oglu-haluka-ne-oldu.html

https://bikifi.com/biyografi/tevfik-fikret/


Editör: Murat Çatal

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu? 
PEKİ ŞİMDİ NEREYE

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Havin EZO

Amerika'da yaşıyorum. Sanat tasarım eğitimimi Sağlık sorunları nedeniyle tamamlayamadım, ancak şu anda sosyal medya yöneticiliği yapıyorum. Aynı zamanda çeşitli resim çalışmaları gerçekleştiriyorum, sanat alanındaki tutkumu ve yeteneklerimi geliştirmeye devam ediyorum." yazı yazmaktan büyük keyif alıyorum.