Saygıyı Hak edenler

Saygıyı Hak edenler

Saygıyı Hak edenler

Yaşayana saygısı yoktu ölüye olduğu kadar…Kapı komşumdu Sebile. 35 yaşlarında tesettürlü, belli kalıplar içinde yaşayan, pek kimse ile görüşmeyen, maneviyatına bağlı bir kadındı. İnancı gereği ölülere saygılıydı ancak yaşayanları pek sevmezdi.

Yıllardır komşum olmasına rağmen aradaki farkı anlayabilmiş değilim. Yaşayanlar saygıyı ölülerden çok ya da en az onlar kadar hak etmiyor muydu? Ya da saygı duymak ölmek ya da yaşamaya mı bağlıydı?

Yaşadığımız bina mezarlığa çapraz bakıyordu. Oraya denk gelen odaya misafir kabul etmez, hatta ailesi ile bile sohbet etmezdi. Sebile, ölülere saygısızlık olur diye.

Yine sıradan  günlerden biriydi.  Pencere kenarında kahvemi yudumlayarak dışarıyı izliyordum. Dışarıda oyun oynayan çocukların sevimli hallerine gülümserken, birden Sebile’nin çocukların üzerine çöken karabasan gibi sesi.

-Kaç defa söyledim size, burada oyun oynamayın diye, bıktım sizden de, gürültünüzden de.  Çabuk evinize gidin, bir daha da gelmeyin.

Korkuyla kaçtı çocuklar, bense öylece donup kalmıştım. Yahu çocuk onlar, oyun oynayacaklar tabi, ayrıca çok gürültü de yapmıyorlardı ki, neydi bu şiddet, bu celal!

Direksiyonu iyiydi Sebile’nin. Bir gün bir dost ziyaretine gittik birlikte. Aman Tanrım, trafikte terör estirdi resmen. Yol vermediği motor sürücüleri, geçiş hakkı tanımadığı diğer sürücüler ve hakaret ettiği yayalar.

Sanırsın ki, trafikte var olma hakkı sadece Sebile’nin. O anda istemsizde toplumca sahip olduğumuz birçok manevi değerimizi sorgulamaya mecbur kaldım. Hani şu ezbere uyguladığımız değerleri.

Dünya hepimizin ortak yaşam alanı değil miydi? Başkalarına saygılı olmak, paylaşmak, hoşgörülü olmak, anlayışlı olmak gerekmiyor muydu? Dehşetle izliyordum Sebile’yi zira pek söze de hacet yoktu, eylemler yeteri kadar anlatıyordu her şeyi.  Acaba kendi içinde bir yerlerde ölülerin, yaşayanlardan çok saygıyı hak ettiği inancı nereden geliyordu Sebile’nin?

Kimseye hak tanımadığımız yolculuğumuz, arkadaşımız Birgül’ün evine geldiğimizde geçici olarak nihayet sona ermişti. Her ne kadar belli etmemeye çalışsam da kafamdan geçen sorular ve düşünceler ele vermişti beni. Hatta sohbetin bir yerinde Sebile, iyi görünmediğimi, her şeyin yolunda olup olmadığını bile sordu. İyiyim deyip geçiştirdim zira bunlar aceleye getirerek konuşulacak şeyler değildi, hele Sebile ile.

Ziyaretimiz bitti ve biz yine düştük yola, ancak hiç rahat değildim. Dönüşte yolunda da pek bir şey değişmedi. Sebile, yine kimseye yol hakkı vermedi, diğer sürücülere hakaretler etti vs…

En son hatırladığım sahne; Karşıdan gelen kamyon ve Sebile’nin kamyon şoförüne ettiği hakaretler. Kamyondan korna sesleri yükselirken Sebile ‘’ Yol versen ne olur sanki sersem adam, sen yol vermezsen ben de vermem, kökünüz kurusun emi…

Beşinci günün sonunda uyanmıştım bir yoğun bakım odasında. Uzun süren bir ameliyattan sonra beşinci günün sonunda uyanarak  hayat mücadelesini kazanmıştım. İki gün sonra taburcu oldum. Ailem ile binanın kapısından girerken gözüm mezarlığa takıldı.

Sebile, artık oradaydı. Saygının en çok hak edildiğine inandığı yerdeydi.  İstemsizce hepimiz nasıl da seçtiğimiz yerdeydik. Yine aynı yerde yaşayacaktık Sebile ile sadece mekanlarımız farklı olacaktı, herkes istediği yerde yaşayacaktı. Şimdilik hoşça kal Sebile…

Leyla Bacaksız

Genel Yayın Yönetmeni : Elif Ünal Yıldız

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

GERÇEĞE UYANIŞ 

Yorumlar (1)

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 11/09/2024

    Güzel son❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Leyla BACAKSIZ

03.08.1989 yılında Mersin’de dünyaya geldim. Yaklaşık 18 yıldır Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşamaktayım. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Bir kurumun muhasebe bölümünde çalışmaktayım. Okumak ve yazmak hayatımın en önemli iki parçası. Belli başlı bazı spiritüel alanlarla da ilgilenmekteyim. Okuma ve yazmanın verdiği bilgi ile ve spiritüel alanın verdiği ışık ile toplumun yolunu aydınlatmayı hedeflemekteyim.