SALATALIK TARLASI

SALATALIK TARLASI

SALATALIK TARLASI

Anneniz, babanız benim gibi İç Anadolu bölgesinde yaşamışsa, toprak dışında bir bildiği yok ve ilerleyen zamanda doğduğu köy, karnını doyurmuyor, gelecek vadetmiyorsa yolunuz Ankara’ya düşer, ekmeğiniz, yuvanız değişir…

Benim ailemin Ankara’ya gelmesi tam da işte bu sebepten olmuş. Şimdi Ankara koskocaman şehir, başkent, köyden gelmiş bir aile, nasıl uyum sağlayacak, nasıl yaşayacak, nerede çalışacak diyebilirsiniz. İşin doğrusu benim çocukluğumda Ankara koskocaman bir köyden çok da farklı değildi.

Elbette başkent olarak bütün resmi kurum ve kuruluşlar vardı ama o memurlara hizmet edecek, şehrin işleyişini sağlayacak işçiler de lazımdı. Canım babam da o hizmet sektöründe bulunan, şehrin merkezinden uzak gecekondu mahallelerine taşınmış işçilerden biriydi. Gerçek şu ki şehirde de yaşam ne işçi ne memur için kolay değildi ve biz iç içe tüm bu olanlardan habersiz sokaklarda doya doya oynayan çocuklardık…

Ailelerin genelde çocuklarının geleceğini garanti altına almak için taşındığı şehirde, köylerimizin yakın olması nedeniyle bağlarımız hiç kopmuyordu. Bu yüzden biz şehirde okuyan, yazları köyünde çalışıp kış hazırlığını yapan köylü çocuklardık…

Yaz tatili yaklaşmaya başladığında sınıftaki tüm arkadaşlar, hangi şehrin hangi köyünden olduğunu anlatır, köyde ne yapacaklarını anlatmaya başlardı. Arada bir deniz kenarına tatile gideceğiz diyen memur çocukları olurdu ama koskocaman denizin bizi alıp götüreceğinden korkar, insan neden köyünden başka bir yere gitmek ister diye düşünürdük.

Çünkü köyde buluşmayı beklediğimiz, okul zamanı görüşemediğimiz arkadaşlarımız, köpeklerimiz, kedilerimiz, tavuklarımız, ineklerimiz, koyunlarımız, koskocaman tarlalarımız vardı. Nevşehirli olmanın avantajıyla birbirinden güzel bindiğimiz atlar, traktörün arkasına doluştuğumuz macera dolu vagonlar vardı.

Köye gittiğimiz ilk günler köy alanı bayram yeri gibi olurdu. Kim gelmiş, kimler gelecek konuşulur, buluşulur, şehirden getirdiğimiz çay ve bisküvilerle hasret giderilirdi. Biz çocuklar ilk kavuşma heyecanını yaşadıktan sonra akşam karanlığında saklambaç, ebe gördüm oynamaya dalar, köy alanı boşalıp ışıklar sönmeye başlayınca yer yataklarında uykuya dalardık.

Sabahın ilk ışıklarıyla annelerimiz tandıra gider, ekmek pişirir, sıcak ekmeğin kokusuna, tereyağı ve çökelek eşlik ederek kahvaltımızı yapardık. Yufkanın içine azıcık sürülen tereyağının üzerine elle serpiştirilen çökelek ile yapılan dürümlere genelde üzüm ya da kayısı hoşafı eşlik ederdi. Kahvaltı sonrası küçük olsun büyük olsun herkesin bir işi vardı ve okullar açılana kadar bu işlerin bitmesi gerekirdi.

Akşam gün batmaya başladığında gençler tepelere çıkar, yürüyüş yapardı. Biz çocuklarınsa bir araya geldiğimizde mutlaka oynayacak bir oyunu olur ya da oyunu biz bulurduk. Köyde kimin bahçesinin eriği, elması iyi, kimin mısırları baş vermeye başladı, kimin tarlasının salatalıkları, kelekleri oldu, bilir ona göre plan yapar her akşam bir maceraya atlardık.

Köyde elektrik direkleri az olduğu için tarlalara doğru indiğimizde yıldızlar tüm gökyüzünü kaplar, kendimizi başka bir evrende istilacı uzaylılar gibi hissederdik. Gözlerimiz karanlığa alışınca yıldızlar bize yol gösterir, evrenin hakimi olurduk.

Tarla

Böyle akşamların birinde Hıdır amcanın oğlu Burak tarlalarında bu sene salatalıkların bol olduğunu söyledi. Macera yaşayacağız durur muyuz, etrafın evlere çekilmesiyle hemen avludan tarlalara süzüldük. Zaten hangi tarla kimin gözümüz kapalı bulabilirdik. Salatalık tarlasına girdik ama yere yayılmış fidelerden etrafa dağılmış salatalıkları bulamıyoruz. Elle yokladık toprağı bir iki ama aldığımız salatalıklar bizi tatmin etmedi.

Bayağı bir toplayıp köyün tepesinde salatalık partisi vermek istiyoruz ama karanlıkta dağılmış salatalıkları yapraklardan göremiyoruz. El yordamı baktığımızda toprağın üzerinde çıkıntılar şeklinde salatalık duruyorsa, sırt üstü yatıp yuvarlandığımızda sırtımızla hissederiz dedik, hepimiz uzandık tarlaya. Başladık tarlada bir o yana bir bu yana dönmeye, bir taraftan topladığımız salatalıkları ayakta duran arkadaşların tişörtlerinin içine, cebine doldurmaya devam ediyoruz.

İtiraf ediyorum, bu tarlada yuvarlanma işi o kadar hoşumuza gitti ki biraz da çocuk aklıyla işi eğlencesine vurup durumu abarttık. Topladığımız salatalıklarla kıkırdaya kıkırdaya çeşmenin etrafına toplandık ve saatlerce iz bırakmamak için o salatalıkları yedik.

Sabah çok kötü bir karın ağrısıyla uyandım, suçumu biliyorum bilmesine de arkadaşların durumunu da merak ediyorum. Evde kıvrana kıvrana bugün bağa gitmeyeceğim diye anneme mızırdanırken, Hıdır amca anneme seslendi.

-Komşu ahır kapısını açık bırakan olmuş mu, haberin var mı?
*Hayırdır ne oldu, diye sorunca annem,
-Ne olacak, dün bizim salatalık tarlasına mallar girmiş, öyle ezmişler, öyle yayılmışlar ki salatalıkları yeniden fide dikeceğim, demesin mi…

O salatalık tarlasına giren mallar ( büyük küçükbaş hayvan) bizdik, o tarlayı ezen, tüm salatalıkları da toplayan bizdik. Suç itiraf edilemezdi, sustum ama annemin o anlamlı bakışıyla bütün olup biteni bildiğini anlamıştım.

Elbette salatalık vakasından sonra durmadık, haylazlıklara devam ettik. Sonuçta çocuktuk ve köy bizim tüm maceralarımızı yaşadığımız sonsuz evrenimizdi. Üstelik okul vakti bu maceraları arkadaşlara anlatmak şehrin koşuşturmasında bize heyecan katıyordu.

Var mı sizin de böyle yaramazlık öyküleriniz? Söz annelere anlatmayız.

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Yıldız Tek Gamlı
24/10/2024

Instagram

Editör: Duygu BALCI

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Yıldız Ünal

 

Yorumlar (4)

    • 25/10/2024

    Kaleminize sağlık Diğer yaramazlık itiraflarınızı da bekliyoruz.

  1. Elif
    • 25/10/2024

    Çok tatlı anılar 👏👏👏❤️ kaleminize sağlık

  2. Nigar KAYA
    • 25/10/2024

    Ay çok güldüm. Emeğine sağlık güzel yazarım. 👏🏻👏🏻👏🏻

  3. Yıldız Tek Gamlı
    • 25/10/2024

    Çocuk yüreğiyle okuyan herkese teşekkür ederim ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.