Mutlak Güç ve Yozlaşma: Güç İnsanları Yozlaştırır mı?
- Yazar: Mustafa Özkul
- 8 Haziran 2025
- 26 kez okundu

Mutlak Güç ve Yozlaşma: Güç İnsanları Yozlaştırır mı?
Mutlak güç, bir kişi veya kurumun, herhangi bir dış denetim veya sınırlamayla karşılaşmadan karar alma ve uygulama yetkisini elinde bulundurmasıdır. Tabii ki burada güç, sadece bunu elinde bulunduranla sınırlı kalmayıp buna maruz kalanlar üzerinde yaptırım oluşturmaktadır.
Yozlaşma ise, bir insanın ya da kurumun zamanla sahip olduğu değerlerden, ilkelerden ve etik anlayıştan uzaklaşarak bozulmasıdır. Genelde yozlaşma sonucu insanlar, ‘’herkes nasılsa yapıyor’’ diyerek herhangi bir etik ilke tanımadan kendi kişisel çıkarları uğruna birçok yanlış davranışı yapabilmektedir.
Tarihsel süreçte, toplumlar ve bireyler çeşitli dönemlerde farklı erk sahiplerinin otoritesi altında yaşamışlardır. Bu otoritenin etki ve yetki alanının genişlemesi belli sonuçları doğurmuştur. Bu sonuçlar da insanları belli sorgulamalara itmiştir.
‘‘Gücün yoğunluğu ve yozlaşma arasında bir ilişki gerçekten var mı?’’ sorusu net bir şekilde evet/hayır cevaplarının ötesinde bir analiz istiyor. Çünkü o gücün hangi koşullarda ve ne şekilde olduğu, herhangi bir denetime tabi olup olmadığı gibi durumlar ile olay farklılaşabiliyor.
Güç, etki ve yetki arttırmasından dolayı insanın hâli hazırdaki özelliklerini (iyi ve kötü) daha yoğun bir şekilde mi ortaya çıkarıyor, yoksa insan gerçekten serbest bırakılırsa bir canavara mı dönüşüyor? Bu noktada insanın doğasındaki bencillik, çıkar odaklılığı gibi durumların hangi koşullarda ve ne şekilde hortladığı, denetim ve sınırlamanın olduğu durumlarda değişkenlik gösterip göstermediği önem arz ediyor.
Ayrıca en önemlisi güç oranı arttıkça daha iyi işler yapılabilir mi, yapılmış mı sorusunu da masaya yatırmak gerekiyor.
İnsan, içgüdüsel olarak bencilleşme eğilimine meyilli bir varlık. Bunu bazen bilinçli olarak bazen de kendine haklı bir gerekçe bularak yapabiliyor. Sahip olduğu güç ile bu eğilimini daha kolay uygulayabilecek bir alan bulmuş oluyor.
Benzer koşulda başkası olsa onun da aynısını yapacağı, geçmişte uğramış olduğu haksızlıkların telafisi gibi bahaneleri öne sürebiliyor. Bununla birlikte çıkarı için yaptığı eylemleri hakkını savunma; kendi menfaati için yaptığı hareketleri ‘’herkesin menfaati için yaptım’’ adı altında tamponlayabiliyor, hatta bazen kendini bile bu yalana inandırabiliyor. Denetime tabi olmaması da bu bahanelere ve yalanlara kendini inandırmasını daha da kolaylaştırıyor.
Ve yine insanlar kendilerine verilmiş olan role uygun davranırken de bu rolün hakkını verme adına ilkel yönlerinin esareti ve hakimiyeti altına girebiliyorlar. Buna iyi bir örnek olacak bir çalışma da var:
Psikolog Philip Zimbardo tarafından 1971 yılında yapılan Stanford Hapishane Deneyi. Herhangi bir koşul aranmayan 24 erkek öğrenci seçiliyor ve yine bir koşula dayanmadan gardiyan ve mahkum rollerine girecek şekilde ikiye ayrılıyorlar.
Gardiyan olacak olanlara şiddete başvurmamaları ama belli oranda baskı yapmaları söyleniyor. Kısa bir süre sonra ise gardiyanların bir kısmı bu baskının boyutunu çok fazla arttırıyorlar ve ileri seviyede hem fiziksel hem psikolojik şiddete başvuruyorlar. Bu yüzden deney altıncı gününde sonlandırılıyor.
Bu deney normal bir insanın bile gücü eline aldığında oluşturabileceği tehlikeler adına önem arz ediyor.
Tarihteki örneklerine de bakacak olursak;
Sezar, Cumhuriyetçi bir bakış ile gelip güç eline geçince diktatörleşip rakiplerini ve senatoyu devre dışı bırakması ahlâki anlamda tartışmalı olsa da politik anlamda bir yozlaşma örneğidir.
Fransa Kralı XIV. Louis, feodalitenin başta ekonomik yönden olmak üzere halk üzerinde oluşturmuş olduğu baskıyı ortadan kaldırma adına merkezi yönetimi ve kendi yetkilerini genişletti ama devamında gücü iyice eline alınca kendisi halk üzerinde ağır ekonomik baskı oluşturdu.
Mao da başta sömürüye ve halkın eşitliğine karşı çıkmak amacıyla ülkenin başına geçip yetkilerini arttırmıştı. Sonrasında ise hem siyasal ve ekonomik anlamda yanlış kararlar alıp ülkeye zararı dokundu, hem de ‘’sömürüye karşı eşitlik’’ derken kendisi birçok insana gücünü kullanarak haksızlık yaptı.
Tarihte bu şekilde kötü örnekleri olmuş olsa da, güç illa ki kötü olaylara sebep olacak diye bir durum da yoktur. Çünkü gücün kendisi zaten kötü bir şey değildir. Hatta ‘’güçlü’’ kelimesi kulağa hoş bile gelmektedir.
Güç, kişide var olan duruma karşı büyüteç etkisi yapar. Normalde yardımsever olan birisi, daha varlıklı biri hâle geldiğinde yapacağı yardımların boyutunda artış olması gördüğümüz de bir şeydir.
Hatta daha da ötesi eğer ki güç, ehil ve erdemli kişiler elinde toplandığında yozlaşma oluşturmak yerine yozlaşmaya karşı mücadele için de kullanılacak büyük bir araç bile olabilir. Bu noktada düşünülebilecek bazı örnekler de tarihte vardır:
Marcus Aurelius, mutlak güce sahip bir Roma İmparatoruydu. Lüks ve şatafatlı bir hayat yaşayabilme şansına ve gücüne sahip olmasına rağmen bunu tercih etmedi. Tek yetki kendisinde olmasına rağmen senatoyla birlikte hareket etti.
Mandela da mutlak olmasa da belli bir noktada güce (özellikle toplumsal alanda) sahipti. (Hatta tercih etmiş olsa belki bu gücü hukuki alanda mutlaklaştırabilirdi.) Sistem tarafından büyük zulüm görüp mağduriyet yaşamasına rağmen sonrasında ele almış olduğu gücü ‘’rövanşist’’ bir zeminden kullanmayıp ılımlı bir politika yürütmüştü.
Şu ana ve yakın geçmişe de bakacak olursak, İskandinav ülkelerinde uzun süre yönetimde kalıp yolsuzluğa bulaşmamış liderler vardır.
Çarpıcı durumlar içermiş olduğu için en sık örnek olarak verilen Stanford deneyinde de aslında tüm gardiyanlar şiddete başvurmamıştır.
Zimbardo’nun yaptığı araştırma ve analiz sonucunda ileri seviyede şiddet sergileyenler yaklaşık %30’luk bir kesim. Bu da güç sahibi olmanın herkeste yozlaşma meydana getirmeyeceğine dair önemli bir gösterge.
Sonuç olarak güç, başlı başına yozlaştırıcı bir unsur değildir. Ama denetimden bağımsız tutulan mutlaklaştırılan güç, ahlâki anlamda belli zâfiyeti olan kişi ve kurumlar tarafından istismar edilebilir.
Bir de toplumda hâkim olan kalıplar bireyler üzerinde oldukça belirleyicidir. Bir nevi ‘’Meksika dalgası’’ gibi insanlar diğerlerinden etkilenip ona uygun davranışlar sergilemeye eğilimlidir.
Bu konu üzerinden bu duruma bakacak olursak, güce sahip olup bunu olumlu noktada kullanan örneklerin çoğalması bireyler üzerinde bu gücü olumlu yönde kullanabilme eğilimi, hatta motivasyonu getirebilir.
Tarihi kaynaklarda Roma’da İmparatorluk yapıp belli noktalarda yozlaşan Sezar ve yozlaşmayan Aurelius örneği, bu tartışma konusunun net/tek cevabı olmadığına dair önemli bir delildir.
Toparlayacak olursak gücün kendisi direkt bir şekilde yozlaşma sebebi değildir. Ona sahip olan kişinin etik anlayışı ve zaafları burada belirleyici rol oynamaktadır. Yozlaşmaya kapı aralamamak adına da ideal bir toplum için yapılması gereken şey, güç sahibi olmanın değil, denetlenmeyen mutlak güç yetkisi vermenin önüne geçmektir.
Bireysel noktada ise insanlar, güç elde edince yozlaşma eğilimine girmeme adına kendisini eğitmeli, hâli hazırda sahip olduğu yetkileri etik kullanma noktasında kendisini objektif bir şekilde analiz etmeli, güç sahibi olduğu zamanlardaki davranışlarını muhasebe etmeli, başkalarında zarar oluşturacak davranışlara girmemek adına da empati yapmayı geliştirmeli.
Mustafa ÖZKUL
Genel yayın yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ