KONUŞMAK MI? ZİHİN Mİ?
- Yazar: Yıldız TEK GAMLI
- 6 Aralık 2025
- 57 kez okundu
KONUŞMAK MI? ZİHİN Mİ?
Konuşma eylemi nasıl ortaya çıkmış?
Bebeklerin “agugu” ları geçmişten bugüne gelen ilk konuşma sesi mi acaba? Bir annenin çocuğunu korumak adına attığı bir çığlık ile başlamış olabilir mi? Avcılar bir av hayvanı ya da vahşi hayvanı ayırmak için işaretlerin ötesine geçip birbirlerine seslenmiş olabilirler mi? Konuşmak; jest ve mimiklerin ötesinde evrensel bir süreç denilse de bu her kıtada aynı anda mı yoksa farklı zaman dilimlerinde mi olmuş doğrusu çok merak ediyorum. Bir çocuk dilini çıkardığında, arkadaşım bana gülerek göz kırptığında, patronum gözlerinden ateş çıkararak bana baktığında, atalarımıza dönüştüğümüzü düşünüp hangi evrede olduğumuzu çok merak ediyorum.
Konuşma; bilimsel olarak iskelet ve sinir sistemi yapılarındaki kademeli değişikliklerle ilişkilendiriliyor. Özellikle larinks (gırtlak) ve farinks (yutak) bölgelerinin durumu ses üretimini sağladı. Konuşma için beyinde Broca alanı (konuşma üretimi) ve Wernicke alanı (anlamlandırma) kapasiteyi geliştirdi. Peki neden herkes ekmeğe “ekmek”, suya “su” demedi de bu kadar çok dil oluştu? Nedeni ne olursa olsun konuşma topluluk yapısını değiştirdi. Birlikte hareket etmeyi, iş birliğini, bilgilerin nesilden nesle aktarımını sağladı. Mimik ve jestlerle ortaya koyduğumuz duyguları ifade edebilme şansıyla güven ve bağ kurmayı sağladı. Hayal gücümüzü dökebildiğimiz için masallar, mitler ortaya çıktı.
Bugün dünyada bilinen diller 7.000’den fazladır.
Bu dillerin büyük bir kısmı çok az kişi tarafından konuşuluyor ya da yok olma tehlikesi altında. Dünyada evrensel olarak en çok İngilizce konuşulsa da nüfus yoğunluğu etken olarak da Mandarin Çincesi, İspanyolca ve Arapça olarak devam ediyor. UNESCO’ya göre her iki haftada bir dil yok oluyor. Bu kültürel çeşitlilik açısından büyük bir kayıp. Çünkü bir dilin kaybolması demek; bir kültürün, kimliğin, hafıza taşıyanının yok olması demektir. O dile ait masalların, şarkıların ve dünya görüşünün de kaybolmasıdır.
Dil çeşitliliği insanlığın ortak mirasıdır ve korunmalıdır.
Arkeolojik kazılar ya da belgeler, hiyerogliflerle yok olduğunu düşündüğümüz dilleri belgelemek, geleceğe aktarmak gerekir. Karşılaştırmalı dilbilim kullanılarak ölü diller çözülebilir. Örneğin; Latince, İtalyanca ve Fransızca gibi aynı kökenden gelen diller eski Yunan ve Roma tabletleri çözülebiliyor. Rosetta taşı örneği gibi Mısır hiyerogliflerinin çözülmesi, aynı metnin Yunanca ve Demotik yazıyla bulunması sayesinde mümkün oldu. Kısmen çözülen Hititçe, Sümerce, Akadca yanında Etrüskçe veya İndus vadisi yazıları henüz tam olarak çözülememiştir. Eğer bir dilin yazılı kaydı yoksa sadece konuşulmuş ama yazılmamışsa nasıl çözülebilir? Çözülemeyen diller geçmişin bilinmeyen yanları değil midir? İnsan konuşulmayan, anlaşılmayan her dilde hangi kaybını bilebilir?
Peki konuşmak sadece insana mı özgüdür?
Buna katılmıyorum. Bunun insan merkezli bir bakış olduğunu düşünüyorum. Bizim canlıları anlamamamız onların konuşmadığı ya da bir iletişim kurmadığı anlamına gelmez. Hayvanlar iletişim halinde; kuşların ötüşü, balinaların şarkısı, arıların dansı, köpeklerin havlaması, kedilerin miyavlaması var. Her ne kadar tehlike, çiftleşme, yiyecek gibi somut ihtiyaçlara yönelik olsa da iletişim olmadığını söyleyemeyiz. Onlar kendi sistemlerinde gayet etkin, yunuslar, papağanlar ve primatlarda karmaşık iletişim biçimleri olduğu biliniyor. Bazı primatlar işaret dili öğrenebiliyor, bazı kuşlar kelimeleri taklit edebiliyor.
Doğanın sessiz canlılarına değinmek istiyorum. Aslında seslerini duyabilecek frekanslara sahip değiliz. Bitkiler yapraklarından ve köklerinden kimyasal maddeler salgılayarak birbirine haber verebiliyor. Bazı ağaçlar yaprakları böcek tarafından yenmeye başladığında, komşu ağaçlara kimyasal sinyal gönderebiliyor ve onlarda yapraklarını acılaştırarak kendini koruyor. Bitkiler kökleri aracılığıyla su ve besin paylaşır hatta stres sinyalleri iletebilir. Bu yüzden orman ekosistemine “orman ağı” denir.
Mantarlar yer altındaki “misel” ağlarıyla bitkilerin kökleriyle birleşerek dev bir iletişim sistemi oluşturur. Bu ağ üzerinden besin, su ve uyarı mesajları taşıyabiliyorlar. Mantarların bitkilerin arasında posta servisi gibi çalıştığı, birbirlerine ihtiyaç dahilinde aktarım yaptığı bilinmektedir.
Biz bu dilleri henüz çözemedik. Belki de insan sesi sadece bu koronun bir parçasıdır.
Gelişmiş saydığımız kendimiz gerçekten geliştik mi? Konuşmaya ihtiyacımız var mı?
Neden telepati yoluyla kıtalar arası iletişim kurmuyoruz, mantar ağları gibi birbirimize yardım etmiyoruz? Şu an zihinden zihne bir aktarımımız yok, biyolojik olarak buna uygun değiliz. Beynimizdeki sinyaller dışarıya aktarılamıyor. Günümüz teknolojisinde mimikleri, jestleri, metinleri istediğimiz dilde istediğimiz yere gönderebiliyoruz. Ses karanlıkta, mesafede, engellerin arkasında bile ulaşabilir. Konuşmak hayatta kalmak için daha pratik bir yöntem olarak kalmaya devam edecek.
Peki yalan söylemek? Doğrudan zihin aktarımı olduğunda yalan söylemek mümkün olmazdı, diyebilirsiniz. Yapılan araştırmalar insanın kendini korumak, gerçeği değiştirmek ve tehlike anlarında yalan söylediğidir. Konuşmanın nerede ve nasıl başlandığı bilinmiyorsa bu yalan için de geçerlidir. İnsanın zihni hayallerini de görüntüleyebilir, yani yalanlarını da görsellerle diğer zihne aktarabilir. Bu ikilem insan olma düşüncesi ile eşdeğer devam ediyor.
Gelecekte konuşma devam edecek mi? O zaman şarkılara, kahkahalara ne olacak?
İnsan sesi kaybolabilir mi?
Günümüz iletişim araçlarında gerçekten ne kadar konuşuyoruz yoksa sadece yazışıyor muyuz? Duygularımızı, mimiklerimizi saklayarak… İnsan olmanın sembolü ne olacak?
Beyin-bilgisayar ara yüzleri ile düşünceleri doğrudan bilgisayara aktarmayı başarıyoruz. Telepati benzeri bir iletişime kapı açıyoruz. Yapay zekâ destekli çeviri sayesinde diller arasındaki bariyerleri kaldırabiliyoruz. Gelecekte yapay zekanın ürettiği evrensel bir dili kullanabiliriz. Herkesin kendi dilini kullandığı ama herkesin birbirini anladığı bir sistem de olabilir. Holografik ve arıtılmış gerçeklik aktarımı ile birbirimizle üç boyutlu görsel iletişim kurabiliriz. Belki duygularımızı bile karşı tarafa aktarabiliriz. Beyin dalgalarını çözüp yalansız bir dünya yaratabiliriz. Gelecekte ses olmadan görsel, zihinsel, dijital iletişimle sessiz bir dünya düşünebiliriz.
Tüm bu gelişmeler sayesinde kalbin dili olan duygular, masallar, şarkılar ve zihnin dili olan bilgi, hız, doğruluk birleşerek hem kalbimizle hem zihnimizle aynı anda iletişim kurabilir miyiz?
Siz ne düşünüyorsunuz?
Yıldız Tek Gamlı
06/12/2025
Diğer yazılarımı okudunuz mu?
https://fisildayankalemler.org/zumruduanka/

Okuyan beğenen yorum yapan herkese teşekkür ederim 🥰
[…] KONUŞMAK MI? ZİHİN Mİ? […]
Kalbimiz ve zihnimizin ortaklığı dilimizin arı ve duru olmasını getirir. Böylece gerçek, doğal ve öz iletişim ağları oluşur.
kaleminize sağlık hocam
Emeğinize sağlık değerli hocam 👏