KALBİNİN KADERİ     

KALBİNİN KADERİ     

KALBİNİN KADERİ

Sanki yılların yorgunluğunu taşıyordu üzerinde Sona. Evinin hem annesi, hem de babası olmak nasıl da zor bir şeydi. Kocasını kaybetmezden önce de yaşamları iyi değildi ama ikisi birlikte her zorluğa göğüs gerip üç evladın üzerinden rüzgarın bile esmesine, gözlerinin onun-bunun sofrasında kalmasına izin vermezlerdi. Bir yıl sırasında yokluğuyla barışmaya çalıştığı hayat arkadaşının onların hayatlarında olmaması hem manevi hem psikoloji hem de fiziki olarak Sona’yı çok yormuştu. Çocukların maddi ihtiyaçlarıyla birlikte manevi ihtiyaçlarını da üsteliyordu. Zamansız kaybettiği kocası Elmar’ın mezarı onun için sanki manevi destekleyici nokta olmuştu. Maneviyatın karın doyurmadığı bu dünyada bu destek noktası neye yarayacaktı?..

Bir evde temizlik işlerine bakıyordu Sona. Lakin o aile köyden şehre taşınmaya hazırlandığından Sona’nın bu günden itibaren oraya gitmeyeceği karara alındı. Hayattan küskün duygularla sabaha göz açtı. Yatağından kalktı, bir anlık ayakta dağı ovaya aparan düşünceler içinde kıpırdamadan durdu. Şu dakika en ağır yükü bile para için çiğinlerine kaldırabilirdi. Hem de bunu tam kolaylıkla, hafif bir şeyi kaldırıyormuş gibi yapabilirdi. Yalnız çocuklarının karnını doyurmak için olan ağır fikirleri düşüncelerine yüklenmezdi. Bu yük kadar ağır, azaplı bir yük var mıdır Yer yüzünde?

Birden uzun zamandır yalnız yaşayan halası Zeynep’i hatırladı. Bu kadının muhtemelen 75 yaşı vardı. Muayyen  sebeplerden Sona’yla hiç bir vakit iletişimde bulunmamıştı. Sebebini herkes bilirdi. Bir çok kez onun için Zeynep’i kınasalar da, onu yola getirmeye çalışsalar da, Zeynep hiç bir zaman razılaşmazdı. Aslında çok isterdi Zeynep’le yakınlaşmayı ama ilk adımı ondan beklerdi. Zeynep’se adım atmazdı. Çünkü geri itileceğinden korkardı. Bir defa bile halasının sesini işitmemiş, onun hangi karakterde olduğunu bilmemişti. Odur ki, halasından çekinirdi. Peki sebep neydi? Yılların araya saldığı bu soğukluğun bitmesini, belki de herkesten çok Zeynep istemişti.

Şu hasretin esası yıllar öncesine dayanmıştı. Sona’nın babasının annesiyle yuva kurmasına dayanırdı. Sona’nın babası Rafik, varlıklı bir ailede büyümüştü. Rafik’in babası tüccardı. Evlerine gelen paranın miktarını bile unutmuşlardı. Rafik bir gün çok fakir bir ailenin kızı ile evlenmek kararına gelir. En küçük sebepler bile büyüdü o an. Rafik’in o kızla evlenmemesi için sudan sebepler getirilirken o, babasına karşı geliyordu. Belki de, şu sözleri daha sakin söyleseydi, her şey yoluna girerdi ama aksi oldu. Hırslı başta akıl olmaz. Bu hırsla Rafik’in babası onu evlatlıktan silmek derecesine bile gelip çıktı. Adam çok kindardı. Rafik de öyleydi. Kaç defa oğluna söz gönderip özür dilemesini istese de Rafik inadından dönmemişti. Ömrünün son zamanlarında babası öz varını kızı Zeyneb’e vasiyet etmişti. Zaten onun mülkünü vasiyet edecek başka evladı da yoktu. Güzel baba ocağı da Zeyneb’e kalmıştı.

Dağların koynunda yerleşen köy nazlanan geline benzerdi. Köy Büyük Kafkas Sıra dağlarının bir kısmı ile ehateleniyordu. Dağlar sanki burada yallı gidiyorlardı. Dağın eteğinde al kırmızı laleler gelinin kırmızı eteğine benziyordu. Köyün en güzel yerinde Zeynep baba ocağında tenha ömür sürüyordu. Kızı Şafak Bakü’ye taşınmış, ailesiyle birlikte şehirde kendine bir hayat kurmuştu. Zeynep çok temiz, evinin işini yaşlı zamanında bile başkasına emanet etmeyen bir karakter sahibiydi. Bir de cömertti. O, babası gibi kindar değildi.

Bir gün Sona çaresizlikle baş edemeyince bin bir ümit içinde halası Zeynep’in evine yol aldı. Aslında bu karara çoktan varsa da, bir çekingenlik onu kararından geri itiyordu. Bu defa dayanamadı. Kapının karşısında bir an durduktan sonra kapının zilini bastı. Zeynep kapıyı açınca gözlerine inanamadı. Yalnızca bin bir his içinde “Sen” dedi. “Sen osun. Benim yıllarla beklediğim, kardeşimin tek yavrusu!” Sona’ya sıkıca sarıldı. Sanki gökte güneş bile bu hale sevinerek daha gür parlamaya başladı. Sona böyle karşılanacağını hiç ummuyordu. Gözlerden akan yaşlar hasretin konuşan diliydi. Sıkı sarılmalar visalin sevinciydi. Zeynep Sona’yı evinin en güzel yerinde oturttu. Göz yaşlarıyla dolu sohbetler kulak çınlatıyordu. Bir de arada içine gülüş sesleri konunca dünyaya bu karışık hislerden bir enerji yayılıyordu.

Hal hatır sorulan uzun sohbetlerden sonra esas maksadını bildiren Sona’nın haline acıyan Zeynep ona yardım elini uzattı. Uzun yıllar hasretiyle yaşadığı kardeşinin tek evladının himayesinde durmak Zeynep’i çok mesut etmişti. Yıllar damla-damla hatıralara sarılmıştı. Onların hasret dolu sohbetleri yürek yakıyordu. Hatta Zeynep’in yanağından yaşlar süzüldükçe sanki hasretli ve küskün yıllar ağlıyordu. Sona evine yollandı. Çok mesuttu. Öyle mesuttu ki sanki hayatı yeniden kazanmıştı. Hayat onu güzel bir dansa kaldırmıştı. Zeynep de aynı duyguları yaşıyordu. Gece boyu gözlerine uyku girmedi. Sabahın açılmasını büyük sabırsızlıkla bekliyordu. O kadar yılların yanında bu gece o kadar uzun gelmişti ki Zeynep’e…

Sona bu günden itibaren bazı günlerde kuş gibi kanatlanarak evinde her işini yaptıktan sonra halasının evine gider, ona yardım ederdi. Bazen evin karşısında olan küçük bağa bile el gezdirirdi. Aslında halası bunların hiç birine ihtiyaç duymazdı. Yalnızca onunla sohbet etmek, geçmiş yıllardan, yıllarla yüzünü görmediği kardeşinden konuşmak isterdi. Bir de tek isteği Sona’nın küçücük yavrularına yardım elini uzatmaktı. Bunu da yürekten yapıyordu. Bu haber bütün köye yayıldı. Her kes Zeynebe gözaydınlığı veriyordu.

Son bahar yaklaşmıştı. Şu, hem de o demekti ki, okulların başlaması da an meselesi olmuştu. Çocukların okul hazırlıklarını karşılamak gerçekten çok zordu. Zeynep burada da Sona’yı yalnız bırakmadı. Sonbahar çok sert gelmişti. Tam ilk günden güçlü yağmur tüm köyde, zaten normal halde olmayan yolları berbat hale salmıştı. Yağmur evlerin damından süzülerek evin karşısına doğru olan merdiveni de ıslatıyordu. Zeynep yağmurun yarattığı bir çok zorluklara bakmayarak, sonbaharı severdi. Yağmur yağarken onu izlemek, hatıralarla baş-başa kalmak onun hayatına sanki yeni bir hayat bahşederdi.

Akşam düşmüştü. Sona evine yollanmıştı. Yaşlı kadın yine bu yağmurlu havada çöle çıkmak, sonbaharı iliklerine kadar hissetmek istiyordu. Ayağını usluca merdivenin üzerine koymuştu ki, sulu merdivenlerle yüzü aşağı kayarak yıkıldı. Bu o kadar ani hızla oldu ki, Zeynep yalnız yıkıldıktan sonra neler olduğunu anlamaya çalıştı. Tüm bedenini ağrılar ele geçirdi. Kendine güç gelerek ayağa kalkmak istese de, başaramadı. Boğazını arındırıp komşuları sesledi. Ağrıdan yüksekten bağırmak istedi, lakin bunu kendine yakıştırmadı. Komşuların yardımıyla hastaneye kaldırılan Zeynep’in haberini alan, 50 yaşını yenice tamamlamış tek kızı Şafak da kendini annesinin yanına çattırdı. Uzun sohbetlere, hatta tekitlere bakmayarak Zeynep, kızının yanına – Bakü’ye taşınmak istemedi.

Artık altı aya yakın bir zaman içerisinde Zeynep yatak-döşek hastasıydı. Onun tüm ağrı-acılarıyla başa çıkmasında yardımcı olan yalnızca Sona’ydı. Şafak da Bakü’ye dönmezden önce Sona ile buluşup minnettarlık duygusuyla hoş sözler söylemişti ona. Sona evinde çocuklarından daha çok artık Zeynep’le zaman geçiriyordu. Yatağından kalka bilmeyen, hatta bazen kendini ayakyoluna bile zor yetiştiren Zeynep; artık yatağını bile ıslatıyordu. Sona tiksinmeden onun hem yatağını, hem de tüm vücudunu yuyup temizlerdi. “Senin bu zahmetinin karşılığını nasıl veririm, Sona? Bunu çok düşünüyorum.” “Nasıl da böyle şeyleri düşünebiliyorsunuz? Zaten sizin sayenizde üç çocuğun tüm ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılıyorum. Bundan artık bana hiç bir şey lazım değil.”

Lakin bir sabah gözlerini acı bir haberle açtı tüm köy. Zeynep hala 77 yaşında hayata gözlerini yumdu. Zeynep’i tanıyan herkes onun yas törenine gelmişti. Herkes onun ettiği iyiliklerden konuşup gözyaşı akıtıyordu. Kızı Şafak kadınlar için ayrılmış mekanda tam başta oturmuş, bir taraftan ağlıyorken, diğer taraftan Sona’yı kindar bakışlarla süzüyordu. Bu, Sona’nın dikkatinden yayınmamıştı. Bu bakışlar altında kendini ezik hissediyordu Sona. Yüreğine bin bir kara düşünce getiriyordu: “Nihayetinde onun ölümüne ben sebep olmamışım. Onun için elimden geleni yapmışım. Tüm sevgimle çalışıp Zeynep halanın son gününe kadar hizmetinde dayanmışım. Şu korkunç bakışlar neden?”

Gün içinde zaman bulup bunu Şafak’ın kendisine sormaya cesaret etti. Cevabı ise bu oldu: “Anama neylemiş, ne yapmış, ne söylemişsinse, bunu en iyi sen bilirsin! Sonunda isteğine ulaştın ama.” Sona şu sözlerin karşısında donup kalmıştı. “Nasıl yani istek? Hangi istek? Ben onun ölümünü mü istedim?”

Ta ki her şeyin sırrı açılıncaya kadar Sona dehşetli manevi acılar yaşadı. Yalnız Şafak Bakü’ye yola düştüğü gün Sona’ya Zeynep’in yaşadığı ata evinin ve sandıkta olan altınların bir kısmının vasiyet ettiğini bildirdiler. Sona bu altınlarla evlatlarının yıllarla tüm ihtiyaçlarını can rahatlığıyla temin edebilecekti. Ve yalnız bundan sonra o, Şafak’ın neden bu kindar bakışlarla onu süzdüğünü ve o sözleri söylediğini anladı. Yıllarla anasının çektiği ah-nalensini hatırladı. Bu an bir şeyi anladı: Kaderin sert oyununun kazananı onun güzel kalbinin bahtı olmuştu.

Cevahir Tanrıverdi 03.08.2024

Editör Ümmü Özçelik Er

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Fısıldayankalemler

Yorumlar (1)

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 20/10/2024

    Harika bir öykü❤️🇹🇷❤️🇦🇿 Kalemine yüreğine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Cevahir Tanrıverdi

Azərbaycan dili və ədəbiyyatı müəllimi. Yazar, şair,. ədəbiyyatşünas.