İtaatin Doğası Hakkında

İtaatin Doğası Hakkında

İtaatin Doğası Hakkında

İtaat kelimesi, kimileri için korkulu bir rüya, kimileri içinse bir türlü erişilmez bir hülyadır. Lisanımızın en büyük basılı lügatlarından olan Türk Dil Kurumu Yayınları’dan çıkan Türkçe Sözlük’te yer alan manası şu şekildedir: Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uyma. Etimolojik açıdan baktığımızda Arapça ṭwˁ kökünden gelen iṭāˁat إطاعة "boyun eğme, tav olma sözcüğünden türemiştir.

Türkçe’deki en önemli İngilizce sözlüklerden birisi olan Redhouse Sözlüğü’nün Türkçe-İngilizce çevri cildindeki anlamı ise şöyledir: -ti, obedience. –etmek /a/ to obey. Görüldüğü üzere İngilizce açıklaması anadilimizde olana nispeten biraz daha yalın durmaktadır. Lügat açıklamaları biraz yalın olan bu kavramın realite içinde ise bu kadar yalın olmadığı düşünülebilir.

İtaat kavramını duymak, nasıl çağrışımlar oluşturuyor bilinmez. Zira, kavramın iyi bir anlama mı yoksa kötü bir anlama mı sahip olduğuna dair kesin bir beyanda bulunmak kolay değildir. Bu durumun oluşması, kavramların, mahiyetleriyle alakalı olduğu kadar, toplum içinde yaratmış oldukları paradigmalarla da alakalıdır. Öyle ki, her kavramın bir mahiyeti ve bir paradigması vardır.

Mahiyetler daha ziyade manaların tezahürleri iken, paradigmalar toplum içinde nasıl algılandıklarının veya daha ziyade kaçıncı mana olarak algılandıklarının yansımalarıdır.

Bir emsalden yola çıkarak ilerlemek gerekir ise, gurur kavramını örnek gösterebiliriz. Türkçe’nin en büyük basılı lügatlarından olan Türk Dil Kurumu Yayınları’nın yayınladığı ciltli Türkçe Sözlük’te kavramın anlamları şu şekilde sıralanır: ‘‘1. Kendini beğenme, büyüklenme, benlik, kibir. 2. Övünme. 3. Kurum, çalım.’’ Hemen hemen birbirine yakın manaların sıralandığı bu halkanın aksine, gündelik yaşamda bu kavram daha iyi bir manada kullanılır. Bunu, hepimiz görebilir, duyabiliriz. Sözgelimi, ‘‘Biraz gururlu ol!’’ gibi bir nasihate veya ‘’Sende hiç gurur yok mu?’’ gibi bir soruya denk gelmemiz pekala kabildir.

Bu metinlerde hasıl olan manaların kibir anlamında ifade edilmediği, başka bir deyişle Türkçe Sözlük’te yazan ile muadil bir manada kullanılmadığı muhakkak! Öyle ki, toplum içinde insanlar, Türkçe Sözlük’te yazanın aksine ‘‘kibir’’ kavramını kötüye yorarken, ‘‘gurur’’ kavramını kötüye yormazlar. Burada muhtemelen gururu, izzetinefis -özsaygı- olarak algılamak durumu mevzubahis olsa gerek. İşte tam da bu, kavramın, mahiyeti ile paradigması arasındaki nüansın bir yansıması. İnsanların, gurur hakkında iyimser olup kibir hakkında kötümser olmaları öz ile algı arasındaki farklardan yalnızca bir tanesi.

Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak, konumuz gereği, bağlamdan kopmamak adına daha spesifik bir şekilde ilerlemekte fayda mevcut. Gurur kavramının göreceli vaziyetine emsal bir portre itaat kavramında da tezahür edebilir. Öyle ki, kavramın Türkçe Sözlük’teki anlamları holding çevrelerinde iyi, sendika çevrelerinde ise kötü anlamda görülebilir. Bir holdingin yöneticileri fabrikalarında çalışan işçilerin koşullara ahenkli olmasını iyi bir davranış olarak yorumlayabilirlerken, bir sendikanın yöneticileri ise bu durumu kötü bir davranış olarak yorumlayabilirler. Zira, iki tarafın aynı temayı gördükleri koşullar ile pencereler birbirinden çok farklıdır.

Her birey, kendi çevresini kuşatan koşulların etkisiyle hissettiklerinden yola çıkarak iyi olanı beyan etmek iddiasında oluverir. Sözgelimi, sosyolojinin kurucusu olan Auguste Comte’un de görüşlerinden çok etkilendiği, Fransız filozof Claude de Saint Simon, felsefesinde endüstriyi temel öge olarak görürken; bir başka filozof ve sosyolog Kübalı Paul Lafargue, Tembellik Hakkı kitabında, sanayileşme sürecinde çocuklarını sürükleyerek fabrikalara götüren aile fertlerini tenkit eder. Bu bakımdan, Saint Simon’un penceresinden bakıldığında bir fabrikatörün altında her türlü mesai şartını kabul edip çalışmak iyi bir davranış iken, Lafargue’nin penceresinden bakıldığında bu kötü bir davranıştır.

Başka bir deyişle, Saint Simon, dolaylı olarak da olsa itaate dayalı bir sistemi kutsar iken, Lafargue eleştirmektedir. Lafargue’nin daha ileri ve sert tabiatlı düşündeşleri olan, eleştirinin ve evrimci bir arayışın ötesinde, devrimci bir arayış içinde olan İvan Don İllich, Karl Marx gibi filozoflar ise Saint Simon’un övdüğü sistemi tenkit etmek bir yana dursun kaldırmayı düşünecek kadar zıt kanaatlere sahiptirler. Başka bir deyişle, onlar, Lafargue’de olduğu gibi itaat çarklarını sorgulayan kimseler de değil daha da ötesinde isyanı çözüm olarak gören filozoflardır. Öyle ki, İvan Don İllich, Okulsuz Toplum kitabında, modern zamanın okullarının bir eleştirisini yapmış ve mevcut okulların sermaye sistemlerine insan yetiştirip kültürel açıdan bireyi geliştirmediği savını ortaya atmıştır.

Karl Marx ise daha bilindik bir evrensel figür olarak Komünist Manifesto eserinde, Saint Simon’un tam zıddı bir şekilde sanayiyi kölelik sistemi olarak lanse eder ve bu sistem kalkmadan çağdaş zamanın insanı için reel bir hürriyetin vuku bulamayacağını tasvir eder.

İtaate dair; Almanya doğumlu Amerikalı filozof, psikanalist, sosyolog ve tarihçi Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine adlı eserinde itaat etmemenin özgürlük için gerekli olduğuna dair fikirlerini ifade etmiştir. Başka bir deyişle, itaatsizlik ile özgürlük arasında bir bağlam inşa etmiştir. İtaati, asırlar boyunca krallar, rahipler, derebeyleri ve sanayiciler gibi kimselerin övdüğünü ve itaat olgusunun kudrete haiz olanın verimini artırmaya dönük, tikel yararcı bir işleve sahip olduğunu tasvir etmiştir. Ancak, bütün bu kanaatlerine rağmen bir sayfada şöyle demekten de geri durmamıştır: ‘‘Tüm itaatsizliklerin bir erdem, her itaatin de bir ahlaksızlık olduğunu söylemiyorum.

Böyle bir bakış açısı itaat ile itaatsizlik arasındaki diyalektik ilişkiyi göz ardı etmek olurdu. Uyulan kurallarla çiğnenen kurallar bağdaşmadıklarında, bir kurala itaat eylemi, zorunlu olarak diğerine itaatsizlik eylemi olacaktır ya da tersi.’’ 2 Fromm’un bu analizleri, her ne kadar itaatsizliği bir erdem görse de itaatin doğasının, iyilik ve kötülük yorumu yapılması konusunda oldukça karmaşık olduğunu da gözler önüne seriyor. Onun bu analizinden yola çıktığımızda kuralların -teoride olmasa bile pratiğe uyarlanınca- çakışması açısına varabiliriz. Öyle ki, iki kuralın aynı mekan ve topluluk içinde uygulanmak şansı mantıksal olarak mümkün değildir. İki değerli klasik mantık açısından baktığımızda bile ya doğru vardır ya da yanlış.

Çok değerli mantık açısından baktığımızda ortaya belirsiz olan bir üçüncü seçenek çıkabilir. Ancak, belirsizlik gündelik yaşamın içinde edilgin bir durum olarak kalacağından otomatikman elenir ve geriye yine iki seçenek kalır. Üçüncü bir vaziyetin olma şansı kalmadığı için de Fromm’un ifadesinden varılacak sonuç kuralların çakışması ve bir mekan içinde her kuralın uygulanmasına yetecek bir imkan ve alan olmamasıdır.

İş olgusu gibi doğrudan pragmatist sebeplere dayanmayarak, daha çok maneviyat temelinde itaat kavramına yaklaşabilecek olgular da mevcuttur. Sözgelimi dinler buna güzel bir emsaldir. Pagan dinleri açısından bakıldığında, Antik Yunan mitlerindeki öykülerde itaatsizlik, özgürlük düşüncesinin ve aklı kullanmanın bir fiili olarak lanse ediliyor. Özellikle felsefe derslerine dair kaleme alınan kitaplarda ve materyallerde bu türden betimlemelere denk gelmek mümkün. Ancak, burada da unutulmaması gereken bir nokta var ki, bu betimlemelerin pagan tanrıları-tanrıçaları tarafından değil insan tarafından yapılmış olunması durumu mevzubahis.

Daha yalın bir ifadeyle, bizler felsefe derslerinde böyle bir tasvir ile karşı karşıya kalsak da bu bizi temsil eden münevverlerin analizlerine dayanan bir veri ağı. Ve tanrıları temsil eden dünyada bunun –yani itaatsizliğin- iyi olmaması kuvvetle muhtemel. Öyle ki, tanrılardan ateşi çalan Prometeus’un cezalandırılması bunun bir alameti ve yansıması gibidir. Pagan dinlerinden sonraki süreçte ortaya çıkan monoteist dinlerde ise daha ziyade vahiy dinleri, yani İbrahimi -Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık- dinler zihinde belirmektedir.

Pagan dinlerinin aksi olarak, girift bir kombinasyon içermediği için itaat edilecek olan tanrı tümel değil tikel bir orana düşüyor. Gayet tabii, hal böyle olunca itaat, Paganizm kültüründe olandan biraz daha çekici gelmeye başlayabilir. Zira zihnin bulanıklığı biraz azalır. Ancak, bu defa dinlerin altında birtakım mezhepler ve öğretiler filizlenerek, kendi içlerinde çatışmalar yaşadıkları için farklı bir bulanıklık meydana gelir. 3 Rusya’nın ve dünyanın en önemli edebiyatçılarından birisi olan, aynı zamanda felsefe konulu kitaplar da sıklıkla kaleme almış Lev Nikolayeviç Tolstoy, İtiraflarım eserinde, dönemin Rusya’sındaki her Hristiyanlık mezhebinin bir diğerinin sapkınlıkla suçladığını, onların buyruğuna girmemek gerektiğini söylediğini tasvir etmiştir.

4 Tolstoy dahi, dinlerin altındaki mezheplerin itaat çatışmalarından dolayı ciddi zihinsel ve sezgisel karışıklıklar yaşamıştır. Genel anlamda pagan dinleri de İbrahimi dinler de itaati iyi bir davranış olarak görebilirler. Ancak, her iki grup kendi içlerinde de çatışkı yaşamaya müsaittirler. Örneğin, 2000’li yıllarda çekilmiş olan ‘‘Yağmurdan Sonra’’ adlı projede pagan dinlerine inanan cemiyet ile İslam dinine inanan cemiyet arasında meydana gelen bir çatışma işleniyor, her iki cemiyet de kendisine itaati, karşı cemiyete başkaldırmayı iyi bir davranış olarak görüyordu.

Bu emsal, Erich Fromm’un verdiği kuralların göreceli olma hali ile kesişmektedir. Pagan kültürünü kenarıda bırakarak, yalnızca coğrafyamıza mahsus olan İslam dini üzerinden din ve itaat ilişkisine bakacak olursak, 5 Doç. Dr. Fatma Asiye Şenat’ın Olgu ile Algı Arasında İtaat kitabının bir sayfasında, İslam dininin, Arapların bağımsızlık anlayışında, kimsenin buyruğu altına girmek istemeyenleri de körü körüne kabileye bağlı kalmak isteyenleri de tasdik etmediğini ve iki anlayışın da dine münasip olmadığını ifade etmiştir.

Bir bakıma, onun deyimiyle, realite -klasik ifade ile hakikat- Yaratıcı’ya olan itaat idi. Ölçü, kabile ve toprak merkezli değil Yaratıcı merkezli gibi görünüyordu. Nihai bölümde söylemek gerekirse, iş, din, hatta aile gibi çeşitli konularda, farklı itaat – örneğin, yazıda ele almadığımız bir konu olsa da Valerie Gerard, İtaat Mi? İsyan Mı? adlı eserinde aileye itaat konusunu da işlemiştir.- şekilleri olabilmektedir. İtaatin, bir olgu olarak, iyi veya kötü olacağının mekana, kişilere ve koşullara göre değişmekte olduğunu ifade etmek mümkündür. Yazı boyunca yapmış olduğumuz tasvir ve tasavvurların neticesinde, hiçbir kısımda totali kapsayan ve genel bir hükme varan bir yoruma ulaşamamamız bundan kaynaklı olsa gerek.

Editör: Murat Çatal

Bu yazının içeriği bütünüyle yazarına aittir.

Kaynakça

Dürüşken, Çiğdem. İlkçağ Felsefesi. İstanbul: Makro Yayınları, 2019.

Engels, Friedrich. Komünist Manifesto. İstanbul: Cumhuriyet Kitap, 2008.

Fromm, Erich. İtaatsizlik Üzerine. İstanbul: Say Yayınları, 2022.

Gerard, Valerie. İtaat Mi? İsyan Mı? İstanbul: Doruk Yayınları, 2021.

İllich, İvan. Okulsuz Toplum. İstanbul: Şule Yayınları, 2022.

Kabakçı, Enes. Sosyoloji Tarihi I. İstanbul: Makro Yayınları, 2020.

Kolektif. Redhouse Sözlük. İstanbul: SEV Matbaacılık ve Yayıncılık, 2020.

Kolektif. Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu, 2019.

Lafargue, Paul. Tembellik Hakkı. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2019.

Marx, Karl. Komünist Manifesto. İstanbul: Cumhuriyet Kitap, 2008.

Şenat, Fatma Asiye. Olgu ile Algı Arasında İtaat. Konya: Çizgi Kitabevi, 2016.

Tolstoy, Lev Nikolayeviç. İtiraflarım. İstanbul: Venedik Yayınları, 2018.

Yunus Emre YÜCEBAŞ

Editör: Murat ÇATAL 

Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ 

DİĞER YAZILARIMIZA BAKMAK İSTER MİSİNİZ?

YAPAY ZEKANIN MONTAJ TEHLİKESİ

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yunus Emre YÜCEBAŞ

1995 senesinde İstanbul Fatih'te dünyaya geldi. Felsefe ve edebiyatı entegre ederek kaleme aldığı iştirak eserlerle tanınmaya başladı. Aforizma, anı, felsefi deneme gibi kurgusal olmayan türlerde çok sayıda yapıt kaleme aldı.