Bir Yazarın Yolculuğu
- Yazar: Şadan Köse
- 23 Ekim 2025
- 19 kez okundu
Bir Yazarın Yolculuğu
Bir yazarın kalemi eline alışını, Bir şiiri, bir öyküyü ya da bir romanı yazımına hazırlanışı; bir çocuğun dünyaya gelişine ne kadar çok benziyor.
Bir hikâye, henüz yazarın zihninde beliren puslu bir fikirden öteye geçmemişken, doğmamış bir çocuk gibi varlığı hissedilir ama dokunulamazdır.
Yazar, içindeki bu tohumu büyütmek için bilgi toplar, araştırır, çevresiyle konuşur, kitaplar karıştırır. Bu süreç, birbirlerini tanımaya çalışan iki sevgilinin evlilik öncesindeki zamanlarına benzer.
Sevgililer birbirlerini anlamaya çalışırken, yazar da hikâyesinin evrenini, karakterlerini ve olaylarını keşfetmeye çalışır. Kimi zaman bu süreç uzun sürer, kimi zamansa bir anda ilham gelip yıldırım aşkı gibi yazarı kavrar.
Sonunda düğün günü gelir, yani yazarın kalemi kâğıda değdiği an… O andan itibaren kutsal bir mahremiyet süreci başlar. Nasıl ki yeni evliler yatak odalarındaki en özel, en mahrem anları kimseyle paylaşmazsa, yazar da eseri tamamlanmadan tek bir satırını bile kimsenin gözleriyle buluşturmaz.
Her cümle, her paragraf, onun zihninde şekillenir, derinlerde filizlenir, kimsenin bilmediği, ulaşamadığı bir dünyada büyür, gelişir.
Günler, aylar belki yıllar boyunca sadece yazarın ruhu ve kalemi arasında fısıldanan bir sır olarak kalır.
Ancak bir noktadan sonra, tıpkı ebeveyn adaylarının doktor kontrolüne gitmesi gibi, yazar da en güvendiği birkaç dostuna yaklaşır, ama yine de temkinlidir. “Bir şeyler karalıyorum, ne çıkacak bakalım,” diye fısıldar, tıpkı sırrını henüz tam paylaşmaya hazır olmayan birinin çekingenliğiyle. Ama asıl doğum hâlâ gerçekleşmemiştir; eser hâlâ mahremiyet perdesinin ardında, sadece yazarının kollarında şekillenmeye devam etmektedir.
Nasıl ki bir çift; çocuk yapmaya çalışıyoruz diyerek mahrem alanlarında başkalarından yardım istemezse, bir yazar da “Bu bölümü sen yazabilir misin?” diyemez. Eğer demişse, o eser artık ona ait olmaktan çıkmıştır.
Ancak her doğum sancılıdır ve sonunda bebek dünyaya gözlerini açar; Yazar, son noktayı koyduğunda parmaklarının ucunda bir sızı hisseder; çünkü o nokta, sadece bir cümlenin değil, içinden kopup giden bir parçanın da sonudur.
O an, yazı bitmiştir ama yazarın içinde bir sessizlik yankılanır — tıpkı çocuğunu büyütüp kendi yoluna uğurlayan bir anne-babanın sessizliği gibi.
Bebek doğduktan sonra ebeveynler nasıl çocuğun sağlığını korumak için çabalarsa, yazar da eserinin okuyuculara ulaşması için mücadele eder. Dosya yayınevine gönderilir, bekleme süreci başlar.
Ebeveynler, çocuklarının geleceğini düşünerek planlar yaparken, yazar da her sabah yayınevinin web sitesine göz gezdirir, e-postalarını kontrol eder, umudunu tazeler.
Derken kitap yayımlandığında, o artık toplumun gözleri önündedir. Nasıl ki çocuk büyüyüp okula gider, yeni insanlarla tanışır ve çevresi genişlerse, kitap da okuyucularına ulaşır, yorumlar alır, bazen eleştirilir, bazen övgülerle karşılanır.
Çocuk büyüdükçe nasıl daha büyük hedeflere ulaşmak isterse, yazar da kitabının daha fazla kişiye ulaşmasını arzular. Konferanslar, imza günleri, röportajlar…
Kimi daha çok tanınmak, kimi daha fazla kazanç sağlamak için çabalarken, bazı yazarlar ise yalnızca yaşamları boyunca bir kişiye bile olsa bir şeyler anlatmayı, fayda sağlamayı arzular.
Onlar için en büyük anlam, dünyadan göçüp gitmeden önce birinin hayatına dokunabilmektir. Ama tıpkı hayat gibi, yazarlık da hep bir mücadeleyle geçer. Çocuk okulunu bitirip işe başlasa da, nasıl hayatın zorlukları bitmezse, yazar da bir kitabını tamamlayınca diğerine koyulur. Çünkü içinde hâlâ anlatılmayı bekleyen hikâyeler vardır.
Ve o gün gelir… Yıllar geçmiş, o çocuk büyümüş, yaşlanmış ve nihayet hayata gözlerini yummuştur. Arkasından “İyi insandı, Allah rahmet eylesin,” denir ama onun için artık bir anlam ifade etmez. Yazar da öyle…
Bir gün vefât eder. Hayattayken belki hiçbir zaman çok satanlar listesinde yer almamıştır, ama ölüm haberi duyulduğunda insanlar onu keşfetmek için koşar, kitapları raflarda tükenir. Ancak tüm bu ilgi, artık ona ulaşmaz.
Asıl acı olan da budur; yaşarken, en büyük arzusu eserlerinin gerçekten okunması, anlaşılması, birilerine dokunmasıdır. Ölmeden önce ‘Ben hayatımı dolu dolu yaşadım, gözüm arkada kalmadan gidiyorum,’ diyebilmeyi ister. Ama hayat, çoğu zaman buna izin vermez.
O da tıpkı herkes gibi, bazı hayalleri gerçekleşmemiş, bazı sözleri yarım kalmış olarak gider. Arkasında yalnızca kelimeleri ve belki de bir zamanlar dokunduğu birkaç yürek bırakır…
Şadan KÖSE
Editör: Nigar KAYA
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?
Yazının Tamamı Yazarına Aittir

Çok anlamlı ve gerçekçi bir yazı olmuş ❤️ Kaleminize yüreğinize sağlık hocam 🥰