BİR KIZ ÇOCUĞUNUN HAYALLERİ
- Yazar: Elife AKGÜL
- 2 Temmuz 2025
- 25 kez okundu

Hepimizin çocukluk hayali vardı. Genelde erkek çocuklar asker, polis, pilot, şoför baba olma hayali kurardı. Tahtadan tüfeği, oyuncak uçağı, plastik tabancasıyla hayalini kurduğu mesleğin ilk denemelerini yapardı. Kız çocukları ise anne, öğretmen, hemşire, çocuk doktoru olmak isterdi. Oyuncak bebeğine annelik yapar, yedirir, içirir, giydirir; hasta olunca ilgilenirdi. Bir terzi maharetiyle giysiler bile diker, giydirirdi. Bu davranış biçimi, olması beklenen, olması gereken idi.
Zamanla ailenin yaşam biçimi değişti. Köyden şehirlere göçlerle daha farklı meslekler görüldü. Hayaller de değişti. Oyunlar şekil değiştirdi. Eskiden sokakta birlikte oynanan oyunların yerini, evlerde bireysel sanal oyunlar aldı. Çocukların hayatı oyun oynayarak öğrendiği gerçeğine ket vuruldu. Sanal alemde sanal arkadaşlıklar, sanal oyunlar çocukları gerçeklikten kopardı. Cinsiyet farkı olmadan hemen hemen birçok işi erkek ve kız çocukları yapabilir oldu. Bunlar olumlu gelişmelerdi.
Bir gün çat kapı geldi evimize Gülay, arkadaşımın torunu. İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi. Birlikte çok ders çalıştık, ödev yaptık. Bu gelişinde sadece sohbet ettik. Boşanmış bir anne babanın çocuğu ve yalnız hissediyor. Dinleyici bulursa bıkmadan usanmadan konuşuyor. Sözünün kesilmesinden hoşlanmıyor; sohbet karşılıklı değil, tek taraflı ilerliyor.
“Teyze, sana bir şey anlatacağım ama sakın gülme,” diye tembihledi. Anladım ki konu ciddi. “Ben büyüyünce kocaman, havuzlu bir villada oturacağım. Hizmetçilerim olacak, aşçım yemeğimi yapacak. Çocuğumun dadısı olacak.”
“Sen ne yapmayı düşünüyorsun bütün bunlar olup biterken?” dedim.
“Ben tablette, telefonda oynayacağım.”
Hayaller büyük, oyunlar küçük. Ciddi bir şekilde dinledim. “Böyle zengin bir hayat yaşamak için ya çok çalışmak ya da okuyup çok para kazanmak gerekir,” dedim. Şiddetle itiraz etti. “Okulu sevmiyorum, inşallah bütün okullar kapatılır,” dedi. “İşe de gitmem, çünkü çalışmayı sevmiyorum,” dedi kendinden emin bir şekilde.
“Biriyle evleneceğim, çocuk yapacağım, sonra o adamdan boşanacağım. Çocuğumla çok güzel bir hayatımız olacak,” dedi ve bir süre düşündü.
“Teyze, evlenmeden çocuk olmaz mı?”
“Neden?” dedim.
“Çünkü mahkemeyle uğraşmak istemiyorum.”
Bunun olamayacağını uygun bir dille anlattım.
“Ha, tamam!” dedi.
O yaşta bir kız çocuğuna böyle düşündüren olaylar ne idi?
Aileyi yakından tanırım. Annesi küçük yaşta babasız kalmış, yetim büyümüş. Seçtiği eş adayı kendinden yaşça büyük; hem baba hem eş gibi görmüş. Bu nedenle roller karışmış. Beş yıllık evlilik tek celsede bitmiş. Küçük kız üç yaşında babasız, anneyle ve anneanneyle yaşamaya başlamış. Bir erkek figürü olmamış yaşamında. Bu nedenle onun hayalinde bir eş, bir sevgili yok.
Haftada bir gün görüştüğü, az da olsa birlikte vakit geçirdiği babasını çok seviyor. “Neden benim annemle babam aynı evde değil?” diye sorup duruyor. Annesi, baba eksikliğini hissetmesin diyerek her şeyi daha o istemeden alıyor. Sofralar onun sevdiği yiyeceklerle kuruluyor. Açlık, yokluk görmeden, emek harcamadan her ihtiyacı karşılanıyor.
“Ben yaptım, ben başardım.” duygusundan yoksun büyüyor. Doyumsuz bir kız çocuğu olarak kilo almaya da başlıyor. Duygusal açlığı yiyerek gidermeye çalışıyor. Diyabet, kolesterol çıkıyor tahlil sonuçlarında.
Ebeveynleri tarafından böyle davranarak çocuğa iyilik mi, kötülük mü ediliyor?
Bir meslek, okul, çalışma hayali olmayan, her şeyin önüne sunulduğu rahat bir yaşam… Mutsuz, amacı olmayan, sanal bir dünyada yaşayan masum bir kız çocuğunun hayallerini dinlerken gülmek ne mümkün?
Daha önce de anlatmış ve çok gülüp alay etmişler. Beni daha en baştan tembihlemesi bu yüzden. Bu çocuklar neden böyle? Bu gençlik nereye gidiyor? derken, kendimizi mi düzeltmek gerekir? Hayatı deneyimleyerek öğrenmesine fırsat mı vermek gerekir?
Sizce? Yorumlarda buluşalım.
NOT : Hikayede geçen çocuğun ismi değiştirilmiştir, hikayenin paylaşımı için izin alınmıştır.
Elife Akgül
Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?
Yörük Kültürü’ne Işık Tutan Romanıma Buradan Ulaşabilirsiniz : MELİK KIZI