Bir Avlu Bin Düş

Bir Avlu Bin Düş

Bir Avlu Bin Düş

Mahallenin yamacında, çatısı kiremitten çok dua tutan, duvarları tahtadan örülmüş eski bir ev vardı.Bu evin içinden her sabah çay kokusu, her akşam kız çocuklarının kahkahaları yükselirdi.O evde beş kız kardeş büyüyordu.Her birinin adı bir şiir gibiydi:Yasemin, Songül, Sonnur, Sonsu ve Sonlar.Anaları bu isimleri doğdukları sıraya göre koymuştu. “Bir daha doğurmam” diyerek koyduğu Sonlar, evin en küçüğüydü, ama en çok hayal kuranıydıda.

Avluları vardı.Toprak avlu.Ortada şeftali ağacı, köşede çatlamış bir kuyu…Bir de eskimiş ahşap salıncak.Yasemin ipleri bağlamış, Sonsu kurdele,ip,kumaşlarla süslemişti.Salıncağa her binen, gözünü gökyüzüne diker, bir başka geleceği düşlerdi.Yasemin terzilik öğrenmek istiyordu. Her gün annesinin yıpranmış eteklerini söküp, başka kumaşlarla birleştirir, oyuncak bebeklerine gece kıyafetleri dikerdi.“Bir gün kumaşlar bana yalvaracak, ‘beni seç’ diye,” derdi.

Songül, tarlanın kenarında oturur, toprağın çatlaklarını inceleyip tohum ekerdi.“Ben büyüyünce bitki doktoru olacam” derdi. Sonnur, evin en sessiziydi. Ama kafasında sürekli sahneler kurar, kedilere tiyatro oynatır, şeftali ağacının dibine oturup sessizce replikler fısıldardı.

Sonsu, gökyüzünü delicesine severdi.Bulutlara bakar, “Bu akşam kesin Ay benim için dönecek,” derdi.Uçurtmasını evdeki eski gömleklerden yapar, rüzgârı bile kandırırdı.

Ve en küçükleri, Sonlar…

O herkesin hayalini kendi defterine çizerdi.Bir elinde kalem, bir elinde ekmek kabuğu…Hayali çoktu, ama gerçeklere de alışkındı.

Bir gün, avlunun ortasında annelerine sordular:

“Anne… Biz niye hep düş kuruyoruz?”

Anaları fırından çıkardığı mısır ekmeğini altıya böldü.Son parçayı kendine ayırmadan cevap verdi:

“Çünkü sizin gerçeğiniz henüz gelmedi. Düş, ğercekligin içinde vakit bulup kurulamaz.Ama unutmayın kızlarım… Düş kuran yürek, gün gelir dünyayı kurar.”

Yıllar geçti.

Yasemin bir terzi atölyesi açtı, ilk gelinliği kardeşlerine dikti.Songül Ziraat okudu, ilk gittiği yer çocukken çizdiği dağın etekleriydi.Sonnur tiyatro yazarı oldu.Sonsu gökyüzüyle ilgili bir dergide çalıştı.Ve Sonlar…

O, hepsinin hikâyesini yazdı.

Avlunun içinde kurulan küçük düşleri, büyük bir romana dönüştürdü.Kitabının adı şuydu:

“Beş Kız, Bin Düş”

Ve bir gün…

Yıllar sonra aynı avluya dönüp oturdular.Şeftali ağacının altında, ayakta kalan eski salıncağın iplerini birlikte tuttular.Sonlar o an içinden geçirdi:

“Biz fakirdik. Ama her sabah hayal kurabilecek kadar zengindik.”

Ve belki de en büyük miras buydu:

Bir avluda başlayıp dünyaya yayılan hayallerin, hâlâ salıncakta sallanıyor olması…

Fatma Yaman 

Bu yazının bütünü yazarına aittir

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

İnstagram

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fatma Yaman

Fatma Yaman - Fatma Yaman, Adana'nın sıcak ve bereketli topraklarında dünyaya geldi. Çocukluğu, narenciye kokulu sokaklarda, güneşin içini ısıttığı taş avlulu evlerde geçti. Henüz küçük yaşlardayken kelimelere merak saldı; kitapların içinde kaybolmayı, hikâyeler uydurup defter kenarlarına resimler çizmeyi bir oyun değil, bir varoluş biçimi olarak benimsedi. Bu derin ilgi onu, ileride mesleğini de tutkusunu da şekillendirecek olan yola yönlendirdi: Türk Dili ve Edebiyatı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgisi sadece teorik düzeyde kalmadı. Aynı zamanda yazmanın, anlatmanın ve çocuklara ulaşmanın farklı yollarını da araştırmaya başladı. Mezuniyetinin ardından Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak öğrencilerine yalnızca bir dersin içeriğini değil, kelimelerin taşıdığı duyguyu, yazının ardındaki düşünceyi ve edebiyatın iyileştirici gücünü de aktardı. Öğretmenlik, onun için bir meslekten çok bir köprüydü; insanlarla kalpten kalbe uzanan bir anlatı köprüsü. Bu yıllar içinde bir kadın olarak büyüdü, evlendi, bir erkek çocuk annesi oldu. Anne oluşu, hayatındaki en derin, en dönüştürücü deneyimlerden biri oldu. Annelik, ona yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda içinden taşan yeni bir yaratıcılık verdi. Oğlunun doğumuyla birlikte, gözlemlerini, duygularını ve hayal gücünü harmanlayarak okul öncesi çocuklara yönelik kitaplar yazmaya ve çizmeye başladı. Bu kitaplarda çocukların dünyasına dokunuyor, onların kalplerine sıcak, güvenli bir hikâye evi kuruyordu. Kaleminden dökülen her cümle, çizgilerine eşlik eden her renk; sevgi, merhamet ve umut taşıyordu. Ancak hayat her zaman bir masal gibi ilerlemedi. Evliliği zamanla çatladı ve sonunda bir ayrılıkla son buldu. Boşanma süreci, onun iç dünyasında derin bir iz bıraktı ama aynı zamanda kendi ayakları üzerinde durduğu, kadınlığına ve üretkenliğine daha sıkı sarıldığı bir dönemin de başlangıcı oldu. Yalnızlığı, bir eksiklik değil; kendini tanıma ve yeniden kurma fırsatı olarak gördü. Bugün Fatma Yaman, hem bir öğretmen hem bir anne hem de çocukların iç dünyasına incelikle dokunan bir yazar ve çizer olarak yaşamına devam ediyor. Yazdığı ve resimlediği okul öncesi kitaplar, çocukların hayal gücünü beslerken, ebeveynlere de sevgiyi, anlayışı ve sabrı hatırlatıyor. Adana'nın sıcaklığı hâlâ sesinde, kelimelerinde ve çizgilerinde hissediliyor. O, kendi içinden büyüttüğü ışıkla hem oğlunun hem de dokunduğu çocukların dünyasını aydınlatmaya devam ediyor.