AYNA, AYNA! SÖYLE BANA…

AYNA,  AYNA!  SÖYLE BANA…

Aynaya baktı. Bir iç çekti. Titredi nefesi. Yutkundu ve içinin melânkolisini dinlemeye koyuldu.

 “Hepimiz tanrının varladığı lânet olası yaratıklarız. Kıçıkırık kaç düzlemsel aynanın düzleyemediği yamuk yumuk varlar. Herkes birbirine yakın, herkes birbirinden ırak. Varlıklar dünyasında yoklukları yoklayan baş belâsı yüreksizleri eşşek sudan gelinceye kadar dövesim var.” diyordu içinin içinden gelen o derin ses. Boğazına yumruk saplanmış gibiydi. Yutkunmak istesede yutkunamadı. Dövesi vardı, sövesi vardı, sevesi de vardı. “Bir b.k çukuruna düşmüş gibi hissediyordu kendini. Çırpındıkça üzerine yapışan iğrenç kokudan tiksiniyordu. Narsist, egoist, bilmem ne istin nameleriyle hiçe sayılmıştı. Bıkıp usandı usundan, bıkıp usandı haksızlığa uğramanın verdiği acıdan. Everesti dize getirsede kelâmları, sönmedi içindeki lavları. Aynaya tekrar bakarken gözlerinden fışkıran alevi nefesinden çıkıyordu sanki!

“Hangi̇ lânet olasi boşluğun teseli̇si̇ni̇ vereceksi̇n bana!

Hangi avuç içi mutluluktan bahsedeceksin!

Sevdayı s’özlemeye yaraşır mı dilin?

Yâri g’özlemeye dayanır mı yüreğin?

Bırak Allah aşkına 

Nasıl olsa her güzelde var bir emeğin

Biri olmazsa diğeri sefandır senin!”  dedikçe ağlıyor  aynadaki yüzüne bakamıyordu. Gerçekleri haykırmak hem gönlünü hem gözünü yordu. Özünden ağlıyordu. İçi yanıyordu.

“Kiminin aklıyla, kiminin bedeniyle sevişirsin, kirlenmiş ruhunla kendinle çelişirsin ve ne söylediği değil ne yaptığı mühimdir kişinin. Lafla peynir gemisi yürümezmiş demediler mi sana hiç. Yahu hiç mi sevmediler seni. Bu neyin intikamı…” sert sert baktı tekrar kendine. Bu kez içindeki sesi dinlemiyor, onunla konuşuyordu. Kızgın, mahcup, yalvaran o garip bakışı tamamen değişti. “Sen kimsin! Sen kendini ne sanırsın! Sanane ondan, bundan, şundan… Sanane arsızdan, hırsızdan, huysuzdan… Sanane başkasından. İnsan kendi özüne sahip değilken, ne ister başkasından?” diye bir tokat attı yüzüne. Sonra diğer tarafa. Bir kaç kez iki eliyle şap şap vurdu yüzüne. Hırsını alamadı ama garip bir şey oldu. İçindeki ses sakinleşmişti. Kalbi küt küt atmıyordu. Gecenin sessizliğine eşlik etmişti ruhu.

Zihnindeki sislerin dağıldığını farkettikçe gönlünde yeniden hislerini alkışlayan bir tufan koptu. İmtihanı hep aynıydı. Yalnız kalmak! Ne kimsenin kölesi ne ne efendisiydi. İnsanlardan bir insandı işte. Öfkesi gözlerini karartır, düşüncelerini karmaşık hâle getirirdi. “Beyin ölümü yaşayanların fişi çekilsin!” cümlesi topraktan oluşmuş bir nifağın zehirli oklarından biriydi sadece. Anlamları müphem kılan kaç eylemin söz savaşıydı içinde taşıdıkları.

 Ne kızgındı ne de üzgün. Yüreğini yokladı. Artık acımıyordu. Şaştı kaldı hâline. Aynadaki yüz öyle bir gülümsüyordu ki gamzelerini sevdi kendi kendine. İçindeki şefkati hissetti. Ve onu büyütmeye karar verdi. “Gününü görmek!” tabiri takıldı aklına. İyi gün görmek, kötü gün görmek vardı. Bir de her ikisinin arafı, gününü görenlerin şahı vardı. Gününü göstermişlerdi ona. Gün görmüş bir şahtı o. Araftaki saltanatını  mat edip yeni bir yola düşmüştü. Gününü gösterenlerin onun hayatındaki rolleri çoktan bitmesine rağmen kurdukları oyunda kendisinin harcanması onurunu çok yormuştu.

Güneş kızıllığıyla üzerine doğarken, ayan zihni ve tatlı gülümsemesi ile aynaya tekrar baktı ve “hepsinin rolü gerçekten bitti. Allah herkese kalbinin nimetini nasip etsin.” dedi.

“Artık sadece kendime yaşayacağım! Ayna, ayna söyle bana…”

05/08/2025

Emily Yaramis

 Bir önceki yazımı okudunuz mu?

https://fisildayankalemler.org/wp-admin/post.php?post=20641&action=edit

Instagram

Yorumlar (2)

  1. Emily Yaramis
    • 11/08/2025

    Çok teşekkür ederim Yıldız hocam. 🌹🤲❤️

  2. Muhteşem bir yazı 🥰 harika bir hikaye 👌

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Emily Yaramis

ilk olarak 1982 yılında Çankırı ilinin Balıbağı köyünde bir sabah vakti annesinin yüzünde bir tebessüm olarak belirdi. Yedi yaşına kadar köyün bütün güzellikleriyle hemdem olmuştu. Duygu ve düşüncelerin en güzel ifadesini oluşturan alfabeyi Çankırı Atatürk İlköğretim Okulunda çok kıymetli ögretmeni Nilüfer Yığın’dan öğrenmişti. Orta ögrenimini Dr. Refik Saydam İlköğretim Okulunda tamamladı. Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesinden Ondokuz Mayis Üniversitesi Sinop Egitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliğine uzanan eğitim yolunun daha nerelere uzanacağını bilmiyordu. Düzce ve Ankara da iki yıl kara tahtanın başında talihinin aydınlık taşlarını döşüyordu. Sevdanın gönül kapısını çalması ile Amerika'ya uzanan yolun kapılarının açılması bir olmuştu. Şimdilerde eşi ve dört evladıyla Oklahoma City'de can ipliğini zaman çıngırağına sarma gayretinde. Öğretmenliği ve anneliğinden taşan kelimelerden ördüğü hayat deseninden oluşan deneme ve şiirleri çeşitli dergilerde gönüllere doğru yol almaya devam ediyor.