İNANÇ VE AKIL, DİNİ UYUŞMAZLIKLARIN FELSEFİ TEMELLERİ
- Yazar: Cengiz Karahan
- 20 Haziran 2025
- 9 kez okundu

İNANÇ VE AKIL, DİNİ UYUŞMAZLIKLARIN FELSEFİ TEMELLERİ
İnsanlık tarihi boyunca din ve inançlar, bireylerin ve toplumların şekillenmesinde merkezi rol oynamıştır. Ancak farklı inanç sistemleri arasında süregelen çatışmalar, dini uyuşmazlıkların yalnızca sosyopolitik bir mesele değil, aynı zamanda felsefi bir problem olduğunu göstermektedir.
İnsanlar neden inançlarında bu kadar farklılaşır? Bu farklılıklar kaçınılmaz mıdır, yoksa aşılabilir mi? Dini uyuşmazlıkları anlamak için; epistemoloji, ahlak felsefesi ve kimlik meseleleri gibi temel felsefi kavramlara başvurulmalıdır.
İnancın Doğası ve Farklılaşması: İnançlar, bireyin varoluşsal sorularına verdiği yanıtlardır. Epistemolojik felsefe (bilgi felsefesi), bireyin hangi bilgiye, nasıl ulaştığını sorgular. İnançların farklılaşmasının temel sebeplerinden biri, insanların farklı epistemolojik temellere dayanarak hakikati anlamaya çalışmasıdır.
Rasyonalist filozoflar, hakikate yalnızca akıl yoluyla ulaşılabileceğini savunurlarken; birçok dini gelenek vahyin üstünlüğünü savunurlar. Bu iki karşı yaklaşım, farklı dinlerin ve mezheplerin doğmasına neden olmuştur.
Kültürel ve tarihsel bağlam açısından bakınca, İnsanlar genellikle doğdukları coğrafyada yaygın olan dini benimsemiştir. Kültürel etmenler, dini algılayış biçimini belirler. Bu da farklı dini ve inançsal/mezhepsel yorumların ortaya çıkmasına neden olur.
Aynı kavram, farklı dillerde ve kültürlerde değişik anlamlara gelebilir. Örneğin, dinlerden birisinde kutsallık yüklenen bir sözcük; dil ve kültür değişikliğinden dolayı, başka bir dinde/mezhepte o manada kullanılmayabilir. Bu epistemolojik ve kültürel farklılıklar dini inançların evrensel bir uyum içinde olmasını zorlaştırır, hatta olanaksız kılar.
Dini uyuşmazlıkların önemli bir felsefi boyutu, hakikatin doğası üzerine yapılan tartışmalardır. Mesela, “dışlayıcılık” anlayışında birçok teistik (tek Tanrıcı) din, sadece kendi inancının/dininin mutlak hakikate sahip olduğunu savunur.
“İçleyicilikte” tekbir doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, diğer inanç sistemlerinin de bir dereceye kadar doğru olabileceğini savunur.
“Çoğulculuk” anlayışı, tüm dinlerin farklı yollardan hakikati ifade ettiğini savunur. Ki, özellikle bu görüş modern seküler toplumlarda dini hoşgörünün felsefi temelini oluşturur. Ancak bu yaklaşımların hiçbiri mutlak bir çözüm sunmaz.
Dini farklılıklar epistemolojik bir sorun olmakla birlikte, aynı zamanda ahlaki ve politik bir problemdir. Farklı dinler ahlak kurallarını farklı şekillerde tanımlar.
Örneğin, bir toplumda kutsal kabul edilen bir davranış, başka inançtan/dinden olan bir topluda günah sayılabilir. Böyle bir durum, din kaynaklı çatışmaların yalnızca teorik olmadığını, günlük yaşamı doğrudan etkileyen bir sorun olduğunu gösterir.
Dini kimlikler, insanlar arasında köprüler kurabileceği gibi, derin ayrışmalara da sebep olabilir. Çağımızda sekülerleşen modern dünyada, dini inançlar bireysel bir tercih haline getirilmiştir. Bu da geleneksel dindarlık ile seküler dünya görüşü arasında uyuşmazlıkları derinleştirmiştir.
Birarada yaşayabilmek için, devlet (bireyler) kamusal alanda ortak akla dayalı argümanlar geliştirmelidir.
Belki de hakikat, uzlaşmada değil, birbirimizin farklılıklarını anlamakta ve bu farklılıklarla yaşamayı öğrenmekte yatmaktadır.
İnsan aklı, bilimi teknolojiye dönüştürüp ürettikleriyle/yarattıklarıyla doğaya/ evrene hakim olmaya çalışırken, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini arkada bırakmasına rağmen, halen daha dini takıntılarını yenememiştir.
Öznel görüşüme göre, bu durumun tek nedeni; dinlerin sermayeyi, sermayenin de dinleri beslemesinden kaynaklanmaktadır.
Suriye’den son günlerde gelen acı haberler ve sosyal medyaya düşen vahşi görüntüler, dini inanç farklılıklarının, halen daha insanlık için aşılması zor engel olduğunu göstermektedir. Dogmatik saplantılar, maalesef insan aklının kör noktasıdır.
19.06.2025
Cengiz KARAHAN
Genel yayın yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ